Türkiye’de Özelleştirme Çılgınlığı
Gönderilme zamanı: 19 Kas 2008, 19:25
Özelleştirme “kamu mülkünün yerli ya da yabancı özel şahıslara satılması, devletin ekonomik ve sosyal rolünün daraltılması, sosyal güvenlik hizmetlerinin en düşük düzeye indirilmesi” demektir.
Özelleştirme Batı oligarşisinin kendi çıkarı için, kendi koşullarına göre geliştirdiği Neoliberalizm’in bir gereğidir. Neoliberalizm, dünyaya 1979 yılından itibaren hâkim olmaya başlamıştır. Neoliberalizm, köhne liberalizmin yeni versiyonudur. Dayanışmaya (barışa) değil, rekabete (savaşa) dayanır. Neoliberalizm’e göre devlet (kamu sektörü) küçültülmeli ve etkisizleştirilmelidir. Nasıl? Özelleştirme yoluyla... Liberalizm gerçekte 1970’lerin ortalarına kadar, dışlanmış, unutulmuş bir akımdı. Ekonomide hâkim görüş müdahalecilikti, devletçilikti. Sosyal devlet anlayışı ön plandaydı. Ekonomik istikrarın, ekonomik gönencin, kalkınmanın ancak devletin öncülüğünde sağlanacağına inanılıyordu. Derken, liberalizm ve bireycilik mezarından çıkarıldı, “Neoliberalizm” adıyla yeniden piyasaya sürüldü. Birkaç yıl içinde, önce ABD’yi etkisi altına aldı. Şili’de sosyalist Allende Hükümeti’ni deviren CİA destekli darbeden sonra, bütün dünyaya yayıldı. Thatcherizm 1980’lerde Neoliberalizm’in tohumlarını Doğu ve Orta Avrupa’ya, bu arada Türkiye’ye serpti. Bu tohumları -Kenan Evren’in koruması altında- Turgut Özal ve partisi ANAP yeşertti. Yaşadığımız özelleştirme işte bu Batı tohumlarının bir ürünüdür.
A)Türkiye’nin özelleştirme süreci üç döneme ayrılabilir: 1980’li yıllar, 1990’lı yıllar, 2000 sonrası. 1980’li yıllarda satış için gerekli hukuki altyapı oluşturuldu. KİT yatırımları önemli ölçüde daraltıldı. 1990’lı yıllar yoğun bir ideolojik koşullandırma kampanyası ile başladı, satışlar arttı. Özellikle “Büyük Sermaye”, bu ihanet yarışının hep ön safındadır. Bu aşama 2002 yılı sonunda tamamlanmıştır. Özelleştirme asıl “altın dönem” ini bu tarihten sonra, yani AKP iktidarında yaşamış, kamu işletmelerinin elden çıkarılması korkunç boyutlara ulaşmıştır. Denebilir ki AKP Türk kamu sektörü üzerinden buldozer gibi geçmiştir. Türkiye’nin en kârlı kuruluşları aydınların, askerlerin gözü önünde -en olumsuz koşullar altında- birer birer elden çıkarılmıştır. Elde satılacak sanayi tesisi hemen hemen kalmadığından, bu sefer de gözler altyapı tesislerine, doğal kaynaklara dikilmiştir: Şimdi de otoyollar, köprüler, topraklar, akarsular sıralarını bekliyor. Özelleştirmeler nükleer santral, elektrik enerjisi alanlarına yayılacak; bu arada TEKEL ve elde kalan şeker fabrikaları da satılacak. Ve ben kendi kendime soruyorum: Bu vatanı korumakla görevli olanlar bundan sonra neyi koruyacaklar? Bunlar Vatan’ı topraktan, bir çakıl taşından mı ibaret sanıyorlar? Görmüyorlar mı: “Şehitlerimizin yattığı” topraklar bile yabancıların malı oluyor!
B)Ne yazık ki 22 Temmuz’da halkımızın %47’si AKP’ye marifetlerine devam etme imkânını verdi. Önümüzdeki dönemde şunları yapacaklar:
-Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 19 Nisan 2007’de aldığı karar gereği, otoyol ve köprülerin özelleştirme işlemleri 2008 yılı sonuna kadar tamamlanmış olacak.
-60. Hükümet’in kritik kararlarından biri de elektrik özelleştirmeleriyle ilgili: 2007’de tamamlanacak çalışmaların ardından 2008 yılı içinde elektrik dağıtım ihaleleri gerçekleştirilecek.
-Atılacak adımlardan biri de Hükümet kurulur kurulmaz, TEKEL’in sigara bölümünün özelleştirilmesi, yabancıya satılması olacak.
-Varlık satışı olarak gerçekleştirilecek özelleştirme için yurt içi ve yurt dışından 5 ayrı grup hazır beklemektedir.
-Türk Hava Yolları, çeşitli limanlar ve şeker fabrikaları da özelleştirilecek yerler arasında bulunuyor. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi 2006 sonunda durdurulmuştu. Yeni dönemde Kayseri Şeker Fabrikası, Bor, Ereğli ve Ilgın Şeker fabrikaları ilk aşamada özelleştirilecek tesisler arasında yer almakta.
-Hükümet’in önündeki bir başka kritik karar PETKİM konusunda olacak. PETKİM’i alan Kazak-Rus “TransCentralAsia Petrochemical” grubu ortaklarının kimliği tartışma konusu olmuş ve ihalenin arkasında Ermeni sermayesinin bulunduğu ortaya çıkmıştı. Özelleştirme İdaresi de bu iddiaların inceleneceğini bildirmişti. Konuyla ilgili son kararı Özelleştirme Yüksek Kurulu verecek.
-İkinci AKP iktidarının yeni dönemde en önemli önceliklerinden biri de nükleer santral ihalesi olacak. Seçim öncesi bu konuda adım atan ancak başarılı olamayan AKP, yeni dönemde önce bu konuda düğmeye basacak. Hükümet, özel sektörle uzun süren görüşmeler yaptı. Ağırlıklı görüş bu işi özel sektörün üstlenmesi, devletin de gerektiği yerde devreye girmesi yönünde. İhale çerçevesinde yapımcı firmalara, nükleer santral kurulduktan sonra 15 yıl elektrik alım garantisi verilmesi öngörülüyor.
-Kurbanlık koyun gibi şu anda satış sıralarını bekleyen başlıca kamu varlıkları ise şunlar:Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Boğaziçi Köprüsü, Edirne-İstanbul-Ankara Otoyolu, İzmir-Aydın Otoyolu, Pozantı-Tarsus-Mersin Otoyolu, Tarsus-Adana-Gaziantep Otoyolu, Toprakkale-İskenderun Otoyolu, Gaziantep-Şanlıurfa Otoyolu , İzmir-Çeşme Otoyolu, İzmir ve Ankara Çevre Otoyolu , Başkent Elektrik Dağıtım AŞ, Sakarya Elektrik Dağıtım AŞ, İstanbul Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım AŞ, TEKEL Sigara Fabrikası, Türk Hava Yolları, Kayseri Şeker Fabrikası, Bor Şeker Fabrikası, Ereğli Şeker Fabrikası, Ilgın Şeker Fabrikası (H. Kurban, Tercüman, 31.7.2007).
C)AKP’nin çılgınlık derecesine varan özelleştirme saplantısını, akıl dış bir uygulama olarak gören ben; uzun süredir şu görüşü savunuyor, özelleştirme uygulamalarını şiddetle eleştiriyorum: Türkiye’de yapılan özelleştirmeler halkımızın ihtiyacından doğmamıştır. Tam tersine Türkiye’ye büyük zararlar vermiştir. Özelleştirme, Emperyalist Batı’nın ihtiyacı olup onun ve işbirlikçileri tarafından Türkiye’ye dayatılmıştır. O, Batı’nın “merdiveni itme” stratejisisinin bir gereğidir.
Peki, ben özelleştirmelere böyle şiddetle karşı çıkarken yalnız mıyım? Kesinlikle hayır, başkaları da var. Birçok özelleştirme muhalifi arasından, üç örnek vermekle yetiniyorum.
1)Prof. Dr. Baran Tuncer, Türkiye’nin “duayen” iktisatçılarındandır. Ankara Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmış, Orta Doğu Teknik, Hacettepe ve Bilgi üniversitelerinde ders vermiştir. Devlet Planlama Teşkilatı’nda İktisadi Planlama Daire Başkanı, Sadi Irmak Hükümeti’nde Gümrük ve Tekel Bakanı olarak görev almıştır. Dünya Bankası’nın Doğu Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika bölümlerinde 15 yıl çalışan Prof. Dr. Tuncer, Orta Amerika ülkeleri baş iktisatçısı görevini de yürütmüş; Hindistan, Rusya, Kazakistan ve Azerbaycan devletlerine danışmanlık hizmeti sunmuştur. 1934 doğumlu olan Baran Tuncer liberal eğilimli iktisatçılarımızdandır, dolayısıyla özelleştirme yanlısıdır. Ancak bir kayıt koyar: Özelleştirmede ana amaç işletmelerin daha verimli çalışmasını sağlayarak ekonomiye yaptıkları katkının artırılması olmalıdır. Bu amaca yönelik olarak yalnız zarar eden değil, kâr eden kuruluşlar da özelleştirebilir. Yeter ki ana amaca hizmet etsin. B. Tuncer “gerçek anlamda özelleştirme” dediği bu anlayıştan hareketle AKP’nin yaptığı tarzda özelleştirmeyi şiddetle eleştiriyor; bir yazısından (Satarak Kazanmak, Radikal, 15.7.2007) aşağıda özetliyorum.
Özelleştirme adı altında yapılan tesis satışlarına bir yenisi daha eklendi: PETKİM… Satışın tarafları, televizyon ekranlarında gördük, birbirlerini kucaklayarak sevinçlerini sergilediler. Beni en fazla etkileyen ise, şu oldu: Şirketin yeni sahipleri; PETKİM’i Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’e hediye etmek için aldıklarını söylüyordu! Biz ise babalarından miras kalan malları satışa çıkaran müflis evlatlara benziyorduk. Sanki diğer ülkelerin zenginleri “Türkler yine paraya sıkıştı, bir şeyler satsalar da alıp dostlarımıza hediye etsek” diye sabırsızlıkla bekleşiyorlar. Ya da bugün satın aldıkları bir tesisimizi, birkaç yıl sonra çok daha yüksek bir fiyata satıp havadan para kazanma peşindeler.
Halkımızın geçmişte dişinden tırnağından artırarak sağladığı birikimin ürünü kuruluşları satarak aldığımız para ile bari borçlarımızı kapatabilsek ya da hiç olmazsa azaltabilsek… Nerede? O da olmuyor: Sağlanan bütün özelleştirme gelirlerine rağmen iç ve dış borçlarımız artmaya devam ediyor. O zaman şu soru geliyor akla: Özelleştirmeden gelen paralar nereye gidiyor? Ekonomi için gerekli altyapı yatırımlarına mı gidiyor? Bazı reformların yapılmasına mı destek oluyor? Ne yazık ki hayır, bunların hiçbirisi söz konusu değil. O parayla yaptığımız, daha fazla mal ithal etmek; daha büyük cari açıkları kapatmak... Bunlara bağlı olarak da biraz yüksekçe bir büyüme hızını sürdürmek… Bu da AKP iktidarına “ekonomiyi büyüttük” diyerek övünme fırsatı veriyor. Bari büyüme ile birlikte istihdamı da artırabilsek, onu da beceremiyoruz. [Burada araya girme ihtiyacı duyuyorum:Prof. Dr. Esfender Korkmaz’a (Tercüman, 21.6.2007) göre 2006 yılı sonuna kadar son dört yılda elde edilen 14.7 milyar dolar tutarındaki özelleştirme gelirinin büyük bir kısmı, Hazine Müsteşarlığı’na aktarılarak borç geri ödemelerinde kullanılmış. Eğitim ve sağlık alanındaki yatırımlar, altyapıya yönelik bölgesel eksiklikler elde edilen özelleştirme gelirleriyle karşılanması gerekirken, AKP iktidarı sağlanan özelleştirme gelirlerini borç ve açıklar için kullanmış. Bu şekilde Türkiye ekonomisi büyük bir altyapı hamlesi fırsatını kaçırmış. Ve E. Korkmaz şu sonuca varıyor: Eğer özelleştirme gelirleri altyapı eksikliği ve işsizlik sorunu yaşayan bölgelerde yatırıma dönüştürülseydi, büyük şehirlerde bugün yaşanan göç azalırdı; göçün ortaya çıkardığı sorunlar önlenmiş olurdu. İki farklı yorum! Hangisi doğru? Karar vermek için derin, akademik araştırmalar gerekli. cd]
Baran Tuncer devam ediyor: İktidardaki yöneticilerin çoğunun ticaret dışında bir deneyimleri yok. Önlerine gelen her şeyi “babalar gibi” satmaları bundan olmalı. PETKİM satışından sonra Bakan Kürşad Tüzmen, bir marifetmiş gibi “PETKİM’i satıp ülkeye para kazandırdık” diyebiliyor. Babadan kalanı satarak “para kazanmak” dünyanın en kolay işi, bunu herkes yapabilir. Zor olan, yeni tesisler kazandırmak ekonomiye, insanlara iş olanakları sağlamak…
Kimileri ise özelleştirmeye yalnızca cari açığın yönetilmesi açısından bakıyor. Özelleştirme gelirini doğrudan yabancı sermaye girişi olarak değerlendiriyor ve şöyle diyorlar: “Cari açık büyük, doğru; ancak bu açık sıcak paradan ziyade doğrudan yabancı yatırımla finanse ediliyor.O yüzden de korkulacak bir şey yok. Her şey sağlıklı.” Biz böyle olduğunu kabul etsek bile, şu da bir gerçektir ki onun da bir sonu var. Birgün gelecek elde satılacak bir şey kalmayacak; o zaman ne yapacaksınız?
Son olarak Oyak Bankası’nın satışı ile birlikte bankacılık sektörümüzde yabancıların payı yüzde 42’ye yükselmiş bulunuyor. Sermaye piyasasından aldıkları banka hisse senetleri de dahil edilirse, yabancı sermayenin bankalardaki payı rahatlıkla yüzde 50’nin üzerine çıkıyor. AKP iktidarının, ekonominin en önemli sektörlerinin yabancı şirketlerin denetimine geçiyor olmasından rahatsızlık duymadığı açık. Oysa, pek çok ülke yabancıların finans kesimine girmesi durumunda fazlasıyla duyarlı davranıyor. Finans kesiminde denetimi yabancılara kaptırmış olan ülkeler ise, şimdi bunun sıkıntısı ve pişmanlığı içindeler. B. Tuncer şöyle bağlıyor yazısını: Her şeyi satarak bir yere varılamayacağını anlamak zorundayız. Ben de diyorum ki bu tehlikeyi ve daha nicelerini keşke halkımızın yüzde 47’si de bilseydi. Atatürkçü gençler işte asıl göreviniz bu: Gerçekleri halka götürebilmek, AKP’nin politikalarının yanlışlığı konusunda onu ikna edebilmek.
2)Hükümetin özelleştirme uygulamalarını eleştirenlerden biri de muhalif yazarlarımızdan Hasan Pulur. Bakın, bu duayen gazetecimiz de neler yazmış, Türkiye’deki özelleştirme faciası hakkında [ “Baba Baba Satanlar”, Hürriyet, 20.7.2007]: Devletin ve milletin malını, saçı bitmedik yetimin hakkını ne idiğü belirsiz kimselere haraç mezat satarken, bir marifet yapmış gibi, “Satarım, babalar gibi satarım!” diyenlerin “ulusal çıkarlar” sözünü duyunca tüyleri diken diken oluyor. Ne demektir ulusal çıkar? Küreselleşen dünyada “ulusal çıkar” gibi kavramların lafı mı olur hiç? PETKİM gibi bir kuruluşu, “Sen kimsin?” diye soranlara adını bile söyleyemeyen birileri satın alırsa ne olur? “Ne olur, hiçbir şey olmaz! Adam fabrikayı yükleyip dışarıya kaçırmıyor ya!” gibi acayip cevaplar verilir, örnekler sıralanır. Avrupa’da kim kime ne satmış misali... Acaba öyle mi?
Sekiz yıl süren Irak-İran savaşı Kuveyt’i zengin etmiş, Irak ve İran ekonomisi çökmüştür. Kuveyt elde ettiği petrol geliriyle Batı Avrupa’da ve Amerika’da büyük şirketlerin hisselerini satın almaya koyulmuştur. Bu arada İngiltere’nin önemli petrol şirketi BP’nin hisselerinin yüzde 22’sini ele geçirmiştir. Ünlü İngiliz devlet adamı W. Churchill, petrolün gelecekteki stratejik önemini düşünerek BP hisselerinin en az yüzde 51’nin devletin elinde kalmasını öngörmüştür. Şu dinozorun yaptığına bakın, ta 1914’te bunları düşünüyor, bu mu devlet adamlığı? Devlet adamlığı, önüne geleni “babalar gibi satmak!” Her neyse, Churchill’in bu kararını İngiltere Başbakanı Margareth Thatcher kaldırır. Kuveyt de bu sayede BP’nin yüzde 22 ‘sini alınca, Londra’da alarm zilleri çalmaya başlar. İngiliz hükümeti harekete geçer, baskı uygulayarak Kuveyt’in hisselerini yüzde 10’a düşürtür. İşte “ulusal çıkar” budur. “Ulusal Çıkarlar” kitabında buna başka örnekler de veren Onur Öymen şöyle diyor: “Batılı devletler önemli şirket hisselerinden büyük payların yabancılara satılmasına sıcak bakmazlar.” Gelin de bu gerçeği devletin malını “ babalar gibi satarım!” diyenlere anlatın.
3)Üçüncü eleştiri Selahattin Altıer’e ait. Bu araştırmacımız eleştirilerini, özelleştirmeye uluslararası açıdan bakarak formüle ediyor, özetliyorum [“Devletin Mallarının Mutlaka Satılması mı Gerekiyor”, http://21yyte.org/tr, 14.5.2007]: Bugün Dünyada başta ABD olmak üzere diğer zengin ülkelerce estirilen globalleşme rüzgârı ülkemizi de kapsamına almış bulunuyor. Globalleşmenin doğal araçlarından biri özelleştirme olarak görülüyor. Ülkemiz globalleşme yoluyla Dünya ekonomisine entegre edilmek istenmektedir. Bu süreçte ülke borçları dört buçuk yılda 300 milyar dolardan 500 milyar dolara çıkmış, cari açık 33 milyar dolar olmuş, dış ticaret açığı 50 milyar dolara tırmanmıştır, Gelir bölüşümü adaletsizliği daha da artmış, işsizlik çoğalmış, ülkenin büyük kesimleri fakirleşmiştir. Peki, çare olarak ülke mallarının satışı dışında başka bir yol yok mudur?
Venezüella Devlet Başkanı Chavez globalleşmenin ve onun araçlarından özelleştirmenin ülkesine zarar verdiğini görerek, IMF ve Dünya Bankası ile ilişkilerini kesmiştir. Petrol sektöründeki şirketleri yabancılardan satın alarak devletleştirmiştir. Böylece yabancı petrol şirketlerinin elde ettiği devasa kârlar devlete geçmiştir. Demek ki globalleşmenin uygulayıcısı IMF ve Dünya Bankası olmadan da bir Dünya kurulabilmektedir. Venezüella’nın uygulaması; devletin malını satmak yerine, tam tersine kritik ve yüksek kârlı sektörlerin devletleştirilmesinin ülkeye faydalı olduğunu ortaya koymuştur. Başkan Chavez bankacılık sektörünü de devletleştirmeyi planlamaktadır. Venezüella’nın yaptığı uygulama akla hemen Türk Telekom’un satışını getirmektedir. Türk Telekom’un 2006 yılı kârı 3,8 milyar YTL’dir. Bu meblağ bugünkü kurlardan 2,8 milyar dolar yapar. Bunun 1,5 milyar doları yabancı ortak Oger’e düşmektedir. Oysa Oger bu özelleştirme için sadece 6,5 milyar dolar ödemiştir. Kendini dört yılda amorti eden bir yatırım dünyada zor bulunur. Böyle özelleştirmeler halkımıza nasıl yararlı olabilir?
1)Türkiye, özelleştirmede lider olmuş: Özelleştirme İdaresi Başkan Yardımcısı Osman Demirci sevinçten taklalar atmış. Neden? Çünkü Türkiye, özelleştirmede büyük başarılara imza atmış, lider olmuş: 2004-2005 yılında özelleştirmede dünya ikincisi, son 4 yıl itibariyle dünya birincisi!.. 2003 öncesi 20 yılda Türkiye’de yapılan özelleştirme 8 milyar dolar civarında iken, son 4 yılda bu rakam 18 milyar dolara yükselmiş. Osman Demir haklı, insanın gözleri yaşarıyor. Dahası var: Gelecek bir kaç yılda en iyi özelleştirme süreci yaşanacakmış. O zamanda herhalde olimpiyat şampiyonu ilan ediliriz.
Peki Osman Demirci bunu nereden öğrenmiş? Sıkı durun, Dünya Bankası verilerinden! O banka ki Emperyalizm hesabına dünyada özelleştirmenin dayatmacılarından! 2002 krizi öncesinde de aynı kafadan biri Londra’ya davet edilerek, göğsüne Türkiye adına “en iyi borçlanan ülke” madalyasını takıp gelmişti. İşte bizim aydınımız, bizim bürokratımız bu. Nelerde birinci olduklarını görüyor musunuz? Ne diyeyim, işimiz Allah’a mı kaldı diyeyim? Allah bizi, böyle okumuşlardan kurtarsın. Böyle yöneticilere akıl fikir versin. Ey Osman Demirci senin bu birincilik düşman başına! Sen bana bilimde, teknikte, yatırımda, üretimde birincilikten haber ver. Ancak veremezsin ki…
2)Araç muayene istasyonlarının özelleştirilmesi sakıncalı: Kendi insanlarımız, kendi siyasetçi ve bürokratlarımız, kendi işadamlarımız, yabancılarla işbirliği yaparak Türk ekonomisinin adım adım işgaline çanak tutuyorlar. Bunun pek çok örneği var. Bankalar, sanayi tesisleri, limanlar,… bu şekilde bir bir elden çıkıyorlar; başka ulusların servetlerine ekleniyorlar. Son örneklerden biri de araç muayene istasyonları…
Bu kuruluşların özelleştirme ihalesini kazanan firma, TÜVTÜRK adlı bir şirket; Doğuş-Akfen’in, Alman Tüvsüd ile kurduğu ortak girişim grubu… Akfen’in adını özelleştirmelerde sık sık duyuyoruz. Fırsat buldukça koluna yabancı bir firmayı takarak, Türk halkının tesislerine el koydurtuyor. Elbette bütün bunların hesabının sorulacağı günler de gelecektir. Ne demiş atalarımız: Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.
Araç muayene istasyonları özelleştirmesinin önemli bir sakıncası var. Bakın MMO Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, neler söylüyor bu konuda : “Araç muayene istasyonlarının özelleştirilmesi kamu yararına değildir. Bu özelleştirme ile, ülke ve toplum güvenliğine ilişkin kimi veriler yerli ve yabancı sermayenin bilgisine sunulacaktır. Ayrıca özel sektöre bir tekel daha yaratma imkânı verilmektedir. Diğer yandan, özelleştirme ihalesini kazanan ortak girişim grubu içerisinde yer alan bir şirket otomotiv sektöründe faaliyet göstermektedir. Bu durum, bir AB standardı olan tarafsızlık ilkesine ters düşüyor. Araç muayene istasyonlarında olduğu gibi yargının by-pass edildiği PETKİM ve Türk Telekom ihaleleri de dahil istisnasız bütün özelleştirmeler durdurulmalı, bu işletmeler [fırsatçılardan] geri alınmalıdır. Birçok özelleştirmede yasaları hiçe saymış olan Özelleştirme İdaresi Başkanlığı da lağvedilmelidir.”
3)Bakın şu Maliye Bakanı’na : Böyle bir maliye bakanı -iddia ediyorum- dünyanın en geri ülkesinde bile yoktur. Adam “komünist rejim”le “karma ekonomi”nin farkını bilmiyor. Şu söylediklerine bakın: “Özelleştirmede satıyorsun, satıyorsun bitmiyor. Bu kadar komünist bir ülkeymişiz. Komünizmin ağdalısıymışız. Ulaştırma, çimento, kâğıt, şeker, her şey devlete ait. Bir berber dükkânları kalmış özel teşebbüsün elinde. Özelleştirmelere devam edeceğiz.” Dahası var: Türkiye iktisat tarihinden de habersiz. Devlet vaktiyle bu kadar yatırım yapmışsa, senin özel sektöründe o yetenek yoktu da ondan. Bugün biraz bir şeye benzemişse, o da senin hâkir gördüğün KİT’ler sayesinde… Eğer devlet teşebbüsleri kurulmasaydı, Türkiye’de özel sektör de olmazdı. Yatıp kalkıp KİT’lerin fikir babası ve kurucusu M.K. Atatürk’e dua etsinler.
Prof. Dr. Cihan Dura
TÜRKSOLU
Devleti Satıyorlar!