Retorikler (Ben sorarım arkadaş!)

Cevapla
Kullanıcı avatarı
moments
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 5033
Kayıt: 14 Ağu 2008, 19:14
Konum: Almanya
İletişim:

Retorikler (Ben sorarım arkadaş!)

Mesaj gönderen moments » 19 Kas 2008, 19:26

Resim
Retorikler (Ben sorarım arkadaş!)

Sorular basit.
Yanıtları da öyle!
Sorun pek çok ve çözümleri karmaşık olabilir.
O vakit, ilk soru şu:
Ülkeyi bu duruma ben mi getirdim?
Yaşamın kendine ait bölümünü her adımda sorgulayan, denetleyen ben miyim sorumlu?
Niye hep cereme bana çektirilir?
Niye hep feragat eden ben oluyorum? Biz oluyoruz?
Niye, niye?

Niye çok çalıştığımız halde biz de zengin olamıyoruz?
Devletin vergisini çalmadan, adam dolandırmadan, alın terini sömürmeden, tüketiciyi ütmeden olmuyor diye mi?
Çalışanı dilendirmeye, emekliyi süründürmeye yeminli misiniz?
“Zengin”, “kurnaz” ve “hırsız” arasında nasıl bir ilişki var?
Nasıl olur da bir diş hekimi, tıp doktoru, avukat, yanında 10 adam çalışan tüccar; bir işçiden, bir memurdan daha az vergi öder?
Dala-vere düzeni nasıl “Ali Dibo” düzeni oldu?
Nasıl, nasıl?

Çocuklarımıza, ekmeğe dönüşmeyen diplomalar neden verilir?
Dışişleri Bakanı dışarıya, İçişleri Bakanı içeriye bakar da; Başbakan da milletin başına mı bakar? Türbandan başka sorunumuz yok mu?
Neden kadınlarımızın başı bohçalanıp,‘eğe kemiğimizden peydahlandınız’ diye tutturulur?
Neden, neden?

Alevi-Sünni, Türk-Kürt doğmayı ben mi seçtim?
Düzenbazı, madrabazı, hırsızı saklamak, sömürüyü sürdürmek için bunlar öne taşınıyor olmasın?
Kendi çalmak için öteki hırsızları bertaraf edince ne değişti, kim kurtuldu?
İhtilal ve iktidar öncesi Amerika ziyaretleri şart mıdır?
Ben yurttaşım arkadaş! Sorarım. İsterim.

Sömürge soyguncularının artıkları için avuç açmak niye?
Bu dilencilik niye?
Bu millete yazık değil mi?
Mesela TBMM’de kaç hırsız var?
Hırsız kimden ne çalıyor? Ya hayatımızı çalanlara ne demeli?
Gasp, kapkaç, vurgun, soygun kime karşı? Mafyalar, çeteler niye?
Niye kan gölünde ülkenin her köşesi?
Zabit kanat germezse, zabıta arka çıkmazsa mafya yaşar mı? Çete barınabilir mi?
Tarikat, siyaset, ticaret, cemaat koalisyonuyla bu gidiş nereye?
Bu ülkeye yazık değil mi?

Bunları bilmiyorduk da sorduk! Bir de yanıtı bilinenler var:

Hatırlayan var mı, “Asiye” nasıl kurtulmuştu? Çalmadan, çırpmadan, birinin eteğine tutunmadan, takiyye yapmadan kurtuluşun bir yolu olmalı!

Ne istiyoruz, neden?

Bağımsız, özgür bir ülkede, insana yakışır bir yaşam istiyoruz.
Bu kadar basit!
Refah içinde mutlu yaşamak, ulusça hepimizin hakkı ve en büyük özlemi.
Peki!
Bu özlemin siyasal projesi ne? Onu hayata geçirecek siyasal güç nerede?
Siyasal projeler, siyasal partiler eliyle hayata taşınacağına göre; projede anlaşma sağlanırsa, kitleyle buluşmuş, emek tercihi açık sol bir siyasal partinin restorasyonu ile ikinci sorunun yanıtı hazır olur.

Solda bir parti ve restorasyon (aslına uygun onarım) şart mı? Neden?

Ülkenin son yarım yüzyılını emanet ettiğimiz sağ neden olmuyorsa, solda bir parti aynı nedenlerle şart. Üreten, var eden gücü fetişleştirmeden temsil için sol ve şart.
Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını ABD’ye üs yapan, tüm ülkeyi bölgenin tehdit merkezi haline getiren Menderes’lerden, Tayyip’lere kadar sorgulamak için sol ve şart.

Ancak, Doğu Bloku rejimlerinin siyasal rekabetten çekilmelerinin, solda bir yön bulanıklığına neden olduğu saptamasını net olarak yapmak da şart.
Yeni Dünya Düzeni, komünist ve sosyalist partileri sosyal demokratlaştırırken, sosyal demokrat partileri de hızla liberalleştirdi. Bunu görmek de şart.

Bu nedenle “hangi sol?” ve “nasıl bir sol?” diye de sorulmalı.
Çünkü bu yön bulanıklığı; yerel değerleri kullanan utangaç solcu partilerin çoğunu merkeze, hatta milliyetçi bir çizgiye ve hatta düzenin sadakatli bekçiliğine kadar savurdu.

Emeğin ihtiyacı kadar değil, sermayenin izin verdiği kadar solculuk! Abesliği başladı.
Solculuk, akşamcı masalarının mezesi, siyasi meddahların malzemesi oldu.
Aynı neden, toplumsal sorun ve taleplerden, dolayısıyla da kitlelerden kopuşu hızlandırdı.
Çalışma hayatında barış, hep çalışanların geri adım atmasında aranırken ses çıkarılmadı.

Sermaye artık sınıf ve temsilcileriyle anlaşma zemini aramak, uzlaşmak, işbirlikçi bulmak yerine; Banknot matbaasına müdür alır gibi siyasi lider kiralama yolunu tuttu.

Solda siyasal seçenek üretimi tıkandı, inkâr ve reddiyeler süslü sözler ardına saklanmaya başladı. En cesur tahlilciler bile, Ulusal Devlete küresel tulum giydirme yolunu tuttu. (Kerli ferli solcular da partiye, halka ve örgütlü güce inanmaz oldu.)

Soldaki siyasal üretim boşluğunu doldurmak üzere dogmatizm ve fanatizm, iki tarihi fail olarak yeniden çehresini gösterdi.
İktidar nimetlerine duyulan iştah, solda da lider ve veya bir hizip etrafında kümelenmeler yarattı.
Para ve güce sahip olanlar, siyasal rızklarını parti ve seçmen nezdinde değil, lider etrafına sokularak arama yolunu seçti.
Kurucu iradenin hiçbir kayıt ve şarta bağlamadan ulusa bıraktığı egemenlik, Siyasi Partiler Yasası bahanesi ve tüzük eliyle genel başkana aktarılarak, eylem söylem çelişkisi yaratıldı.

Ortak akla ve sol müktesebata ihanet edildi.
Cülus bahşişleri dağıtan siyasi patronluk, mürit mürşit ilişkilerine öykünme; siyasal önderlik kurumunun önüne geçti.

Sol partilere bulaştırılmış bu marazların her biri tek başına, restorasyon (aslına uygun onarım, yenilenme) ihtiyacının açık işaretleridir.

Siyasal proje ne olmalı?

Ezber muhafaza edilerek arayış olmaz. Uygulamalarına maruz kaldığımız yeni dünya düzeni tüm küreyi kapsadığına göre, çare arayışı da kürede yapılmalı. Aklın biriktirdiğini müktesep saymak, şablon arayışından sakınmak gerek.
Sorunların benzeşmesi, çözüm aynılığının değilse de teşhis birliğinin işareti olabilir. Bu benzeşmelerin tespiti, bizi sınayarak vakit yitirme külfetinden esirger.

Avrupalı komünist, sosyalist ve sosyal demokrat partiler, firesiz olarak “yeni sol”, “üçüncü yol” ve “liberal sol” adları altında küresel projeye entegre oldular.

Artık sınıf çelişkilerini savunmayacaklarını açıkça ilan ettiler.

Yeni düzeni kavramsallaştırmasıyla övünen Blair’i, neoliberal politikaları muhafazakârlardan daha katı uygulamasıyla övünen Schröder izledi.
İşçi tasarruflarını, sisteme duhuliye rüşveti olarak finans piyasalarına sunan İsveç’i, İskandinav uygulamaları izledi. (Zaten bu İskandinavları bizde sadece Sayın Ecevit anladı.)

Örnekler çoğaltılabilir. Sözün özü, onlar artık “kültürel hakları”, “nükleer karşıtlığı”, “çevreyi”, “kürtajı”, “zinayı”, “eşcinsel tercihleri” falan savunacaklar. Sorulmazsa demeyecekler, sıkıştırınca da mahcup bir tonla “solcuyuz” diyecekler.

Bu saptamaların ışığında AB, ABD, İMF ve Dünya Bankası’ndan önerilen, içinde “küreselleşen dünya” mutlaklaştırması geçen tüm projeler bir deli gömleğidir. Onlar, sömürge soygunundan yiyemedikleri artıkları bütçeleyip, sosyal yardıma çevirerek, işçi sınıflarının önüne döküyor, avlak alanı saydıkları ülkelere hibe ediyorlar.

Biz, sömürüden kurtulmaya, av olmamaya çalışıyoruz!

Küresel ağa girmeyen, anti-emperyalizme dayalı, ulusalcı, halkçı, ilerici iç dinamiklere dayanan Latin Amerika Modeli; daha biz kokan uygulamalar. Kaynağında Anadolu Aydınlanma Devrimi’nin ışığı var. Tıpkı Güneydoğu Asya, Kuzey Afrika, Ön Asya ilerici atılımları gibi. Onlar da birer ulusal kurtuluş geleneğine sahipler.

Arjantin, Venezüella, Brezilya, Uruguay, Peru, Şili, Bolivya’da gururla dolanan, Küba’dan hiç gitmeyen rüzgâr, geçen yüzyıl Anadolu’da esen rüzgârdı. Bu durum, ülkemizdeki Gümrük Birlikçi, AB’ci, Yeni Yol’cu, Liberal Sol’cu ve de eş anlamıyla sosyal demokratların hoşuna gitmeyebilir.(Hele de CHP’de Tüzük ve Program yazıcılarının!)

Tek cümleyle 10 Aralık Platformu’na da değinilecekse; “Emeğin Avrupa sı” arayışı, aslında AB’ye taşeron, emek cephesinde uydu arayışıdır. (Küresel fonlarla, çok yıldızlı otel lobilerinde ancak “bulvar solcusu” ve “akşamcı masalarına meddah” bulunur. Tepe tepe kullanın!)

1950’den beri iktidara gelenlerin işe ABD ziyaretiyle başlamasına alıştık! Muhalefet liderliği için de bu ziyaretler şart mı ki? “ Solcunun yanağında dudak izi yerine tokat izi olacağı” gerçeğini de elimiz değmişken, bu günkü CHP’ye Genel Başkan olacaklara ve takipçilerine hatırlatalım.

Kitle ile buluşamamış örgütlenmeleri atlayarak, yeni durumun miladı olan 1980’lere gelelim. Geldiğimiz noktada, (ılıman ya da mutedil) sol siyasal duruşun kendi içinde yeni ayrımlarla mevzilendiğini görüyoruz:
—Ulusalcı sol,
— Küresel sol.
Solun evrenselci (=enternasyonalist) yaklaşımını ele alan Küreselciler, ilk darbenin yerini zorlanmadan tayin etti: sermayenin hareketine paralel vuruşlara soldan başlanacak! Entellerin önüne de bolca malzeme yığılacak…

Yasaklı CHP’nin yerine talip SODEP ve SHP ithal sosyal demokrasi kavramını, CHP mirasını reddeden DSP ise yine ithal demokratik sol kavramını, bu dönemde öne sürdü.

Birisi Alman sosyal demokratlarından, diğeri İsveç, İskandinav ve İngiliz solunun harmanlanmasından alındı. Sayın Ecevit, “inançlara saygılı laiklik” diye bir anlayışı (!) kavramsallaştırarak, saklıca sağcılığını, dinciliğini mi ilan etti dersiniz? Yoksa Cumhuriyet solculuğuna ihanetini mi belgeledi? Öyle ya! Cumhuriyetin laikliğini, desteğini aldığı cemaatler beğenmiyordu.

Yeniden kurulan CHP, sosyal demokrasi, demokratik sosyalizm ve demokratik sol kavramlarının tümünü aldı. “Ortanın solu” ile 1976’dan sonra “demokratik sol” zaten müktesebinde vardı. Blair’in yeni soluna meylini de doğrusu saklamadı. Bu arada 30. Olağan Kurultay, CHP’yi resmen “emeğin kitle partisi” ilan etti.

Dünyadaki toplumsal mücadelelerin kaynağı elbette sınıf mücadeleleridir.
Bu kaynaktan yetişenler devrimcidir, anti-emperyalisttir, ilericidir. Paylaşım hakkını üretenlere kullandırır, enternasyonalisttir, (…).

Böyle bir gelenekten gelmeyen CHP’nin ne yapmaya çalıştığı, dün anlaşılamadı, bu gün de anlaşılamıyor…

Ancak, Sınıf Öğretisi’nden aşırma kavramlarla, sanayi toplumunu yakalayamamış bir ülkede, oluşamamış bir sınıfa hizmet üretecek kitle partisinin lüks olduğunu görmeye mecburuz. Çağdaşlık, modernlik sanıp modaya uymak anlamına geldiğini birilerinin söylemesi gerek.

Bu alenen Batı’da var, bizde de olsun samimiyetsizliğidir. Sınıf mücadelesine bakış sığlığını ele veren bir hoyratlık, bir iğdiş etmedir.

Sosyal demokratlar, böyle bir ülkede hangi iki sınıfın arasına girerek ılıman iklim kuracaklar? İktidarı, kimden isteyecekler? Azgın hakim sınıflar, hangi sosyal baskı altında ve kimin gazını almak için bu kapıyı çalacaklar? (Tüzük kalemşörlerine ithaf)

Bitmedi. Esin yeri Fransız Devrimi olan bir toplumsal mücadele kaynağı daha var ki, o da ulusal kurtuluş mücadeleleridir.
Bu kaynaktan yetişenler de devrimci, anti-emperyalist, ilerici ve paylaşımcı, yerelciliği aşmış ulusalcı ve halkçıdır. (Yani, bulgur yiyen solcuların kaynağı.)

Biri ekonomik işgalci sınıflara, öteki; askeri, ekonomik, siyasal işgalcilere karşı verilen toplu mücadelenin adı.

Cumhuriyet Halk Partisi de onun, 20. yüzyıla damgasını vuran “ulusal kurtuluş” geleneğini başlatmış, onurlu yegâne partisi. (idi). Müdafaa-i Hukuk bağlamında Halk Cephesinin ta kendisi, siyasal ve toplumsal bir çağdaşlaşma projesinin kuramcısı ve uygulayıcısı. (idi).
Devlet kuran parti. Batı’yla savaşarak, Batı’ya rağmen çağdaşlaşmayı sürdürmüş bir geleneğin sahibi. Alt yapısında, Cumhuriyet Devrimi var. (İdi).

Bu özellikleriyle CHP’yi taklit eder duruma düşürmek, bir fikir fukaralığı, bir mirasyedi şımarıklığıdır.

Mazlum ulusların önünü ışıtan, bireye, hak-ödev çerçevesinde yurttaş kimliğiyle bakan, yurt, bölge, dünya öncelikli yaklaşımıyla kuruluş ve kurtuluş felsefesi; tıpkı kuramcısı Mustafa Kemal gibi çağları aşan bir derinliğe sahip.

Bu disiplinde; durum saptanır, halka anlatılır, çözüme birlikte gitmenin kalıcılığına inanılır. Arayışa ulusun gözü önünde ve eli içinde başlanır.
İşte bu inanç müktesebattır, mirastır. Mirasın üstünde tepinenler, halka sadece şikâyet götürüp, çözüm önermedikleri gibi, uğrun uğrun da halkın nasıl yanlış yaptığını anlatma çabasındalar.

“Dimyata pirince gitmeye hacet yok!”

İçeride, kendi yurttaşına dönük milliyetçilik hafife alınamayacak bir siyasal kirliliğin işareti, banal bir yerelcilik, saklı ırkçılıktır. Mikro milliyetçilik, küreselci bir davettir.
Dünya halklarının kardeşliğini vurgulayan “uzaydan bakınca sınırlar görünmüyor” argümanını, küreselciler sermaye trafiği için kullanıyor. Ve sınırları yok sayıyor.
Kitlelerin yönünü küreselcilere çevirmenin yolu, üretim ilişkilerini sorgulatmaktan, sınıfsal karakter katmaktan geçer ki; bunu kuruluş ve kurtuluş felsefesine dönüş başarır.

Kimsenin devrimciliğine, evrenselciliğine halel gelmez. Küreselci soygunun durdurulması ve kendi kaynaklarını kendi halkına harcayan ulusal devletin korunması için bilindik tek yol şimdilik budur.
Bu yaklaşım, küresel tulum giydirmekten farklı bir yoldur.
Mutlaka “bir başka kapitalizm” vardır yaklaşımından da farklıdır.

Unutmayalım; devrimci cumhuriyetin en büyük başarılarından biri, düşünce ve sanat alanlarında evrensel insanlık değerlerine yönelik bir kültürel gelişmeyi başlatması, laik ve hümanist bir eğitim yolunu tutmuş olmasıdır. Yani, AB ile aranan yolu!

Doğrudan toplumsal refleksi vuran “darbe çığırtkanlıkları”ndan vazgeçmek, içtenlikli ve yeterince cesur olmak, hizip değil kadro hareketine inanmak, ortak aklı benimsemek sorunu çözer;

İşte size, restore edilmiş (aslına uygun onarımdan geçmiş) ve safralarını dökmüş solcu parti: Cumhuriyet Halk Partisi…

İşte size, proje: Mustafa Kemal’in Altı Oku…

Ne umuyor, ne istiyor, bekliyor ve ne kadar çok biliyor olursanız olun; hevesi kursağında gitmek istemiyorsanız, ortak akıl yolunda birlenin! (Çare, birleşme değil “birlenmedir”).

Bu bir geriye dönüş değil, başlangıç yerinin işaretlenmesidir.

Solculuk, küreselleştirme olayını gerçek yüzüyle açığa vurmadır.

Solculuk, sömürüye karşı evrensel dayanışma mekanizmalarını saptayıp harekete geçirmedir, tavır almadır.
Solculuk, her şeyden ve herkesten daha önce kendi halkını tuzaklardan esirgeme, koruma demektir.
Modaya, komplekse kapılmama demektir.

Muhtaç olunan ne varsa, bu yurdun sol birikimi, kazanımları içinde zaten mevcuttur...

NOT: 1. Aslı bir kongre konuşması olan bu metin, yeniden gözden geçirilerek ve yönü genele döndürülerek sunulmuştur.
2. Kongrelerin, genel başkanlara bağlılık yemini etme zemini olmaktan çok; alandan üretilenlerin, yukarıdan getirilenlerle kaynaştırıldığı yer olduğuna inanılır.
3. İlçelere dönük talep ve öneriler ayıklanmıştır.
4. Okur sabrına şükranlarımı sunarım.
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!

çelik kapı çeyiz

Cevapla

“TARTIŞMA MEYDANI” sayfasına dön

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 42 misafir