Türkiye'de Solun En Radikal Kesimi Kemalistlerdir
Gönderilme zamanı: 19 Kas 2008, 22:01

Bugün siyasi anlamda içine düştüğümüz buhranın temel sorunlarından biri ve belki de en önemlisi solun kendi içinde başka ideolojilere kayması, bölücülük yapması ve oportünizm çizgisinde hareket etmesidir. Çünkü bugün yaşadığımız sıkıntıların kökeninde emperyalist baskı, dışa bağımlı yönetimler ve toplumun tüm bunlara sessiz kalkmasını sağlayan işbirlikçi komprador sınıflarının yazılı ve görsel medyası ve bu sessizliğe göğüs geren dinci harekeler vardır.
Tüm bunları göz önüne aldığımızda toplumun kanayan bu yarasına çözüm üretecek siyasi yapının sol bir hareket olacağını söylemek en mantıklısıdır. Çünkü sağ politikalar temeli itibariyle serbest piyasayı baz alan, aynı zamanda özgürlüğün sonu olmadığını savunarak egemen güçler ortaya çıkaran,(ki bu egemen güçler her zaman için işbirlikçi kesimler olmuştur), bu egemen güçlerin sonsuz özgürlük yalanlarıyla daha da gelişmesine göz yuman politikalardır. Aynı zamanda bu politikaların sonucunda ortaya çıkan eşitsiz gelişimle beraber ezilen halk yığınlarını kaderciliğe teslim ederek dinciliğe izin veren, bu hareketin genişlemesine de hız veren yine sağ politikacılardır. Yani ilk paragrafta saydığım sorunları ortaya çıkaran sağcılıktır. Dünyada da sağcılığın karşısında solculuk vardır ki, bu sebeple bu sorunlara çözümü getirecek olan yine solculardır.
Peki Türkiye'de solcu olduğunu öne süren grupların bu sorunlara çözümü nedir? En önemlisi bu gruplar veya partiler Türkiye siyasetinde niçin ön plana çıkamamaktadır ve ülkeyi niçin 55 senedir sağcılar yönetmiştir? Bana göre solun Türkiye'de bu kadar geri kalmasının ve ülkeyi sağcılara tesilm etmesinin temel sebebi Atatürkçülüğe sahip çıkmamasıdır.
Çünkü Türkiye'de Kemalizm solun en radikal kesimidir. Sorunların büyük olduğu, çözümlerin uzak olduğu bir ortam da radikal çözümler devreye girer. Türkiye tam da böyle bir ortamdadır. Ama akla gelen diğer soru niçin Kemalizmin Türkiye’de en radikal sol kesim olduğudur. Öyle ya bugüne kadar solcular ya Kemalizmi reddetmiştir ya da bu ideolojiyi bir geçiş aşaması olarak görmüştür. Daha acısı bu düşünü bugün de Türkiye’de kabul görmektedir. Oysa Kemalizmin temeline inildiğinde ve uygulamaları dikkatli bir şekilde incelendiğinde Kemalizm sol olduğu aşikar bir biçimde ortadadır.
İlk olarak Atatürk politikalarının ekonomik modelini inceleyerek işe başlayalım. Atatürk döneminde keskin bir devletçilik politikası izlenmiştir. Peki bu devletçilik politikalarının amacı veya varacağı noktalar nelerdir? Açıkçası bu politikaların temelinde eşit paylaşım vardır ki, bu paylaşım eşitsiz gelişmeye kapılarını kapatarak, sosyal eşitsizliğin önünü kesmektedir. Bu ekonomik modelde büyük sanayi kuruluşlarının hepsi devletindir ve devletin siyasetine etki eden büyük tekellere yer yoktur. Yabancı şirketlere ihaleler açarak onlara iş yaptırılmıştır, ancak bu hem devlet eliyle olmuştur, hem de ülke siyasetine etki eden bir yapılanma değildir. Bu yabancı şirket o zaman ki vasıflı eleman eksikliği nedeniyle işini yapmış ve devletten parasını almıştır. Şimdilerde ise serbest piyasa uygulanmaktadır. Böylece yabancı sermaye işbirlikçi-komprador sınıflarla anlaşıp hem piyasaya hakim olmakta, hemde bu para güçleriyle ülke siyasetini belirlemektedir. Yani Atatürk döneminde ki uygulamaya şimdi ki arasında bağlantı kurup, Atatürk’ün de böyle bir yapıya göz kırptığını düşünenler büyük bir yanılgıya düşmektedir. Olayı daha basitçi şöyle açıklayabiliriz; O zamanlar yabancı şirketler işçimizdi , şimdi ise patronumuz.
Atatürk dönemin eğitim politikalarına baktığımızda da halkçı tutumunla birlikte pozitif bilimleri de üstün kıldığını görebiliriz. Atatürk ilk olarak gerici eğitim kurumlarını kapatarak laik eğitim kurumlarını kurdurmuştur. Buradaki amaç çağdaş bir toplum yaratarak toplumun refleks mekanizmasının gelişmesi, bilimin ilerlemesi ve laik, ilerici bireylerin yetişmesidir. Çünkü çağdaş bir toplum kolay kandırılamaz ve kendi hakkını rahatça savunabilir. Tabi ki bu kurumların en önemli amacı dinciliği ayıklayarak toplumun kaderciliği terk etmesini sağlamaktır. Çünkü Atatürk’ün sessiz bir yığına değil dinamik bir halka ihtiyacı vardı. Kadercilik ancak halkı ezerek kendilerine rant sağlamayı amaçlayan siyasetçiler için iyi bir sistemdir, Atatürk gibi halkçı bir devrimcinin böyle bir şeye ihtiyacı yoktu. Şimdilerde Türk Devrimi’nin halka rağmen yapıldığını savunan liberal, marjinal solcu ve dinci çevrelerin bu konu üzerinde düşünmelerini öneriyorum. Aynı zamanda Halkevleri ve Atatürk öldükten sonra kurulan ancak Atatürk’ün projesi olan Köy Enstitüleri de bu noktada çok önemlidir. Çünkü sanayinin yeni girdiği toplumlarda köyden şehirler göç eden kişiler şehirde gelişme fırsatını bulurlar. Böylece işçiler köylülere göre daha gelişmiş bir katman oluşturur. İşte Atatürk köylere söz konusu eğitim kurumlarını götürerek, köylülerin de gelişmesini sağlamış ve köylü-işçi arasındaki eşitsiz gelişmenin önünü kapatmıştır. Açıkçası bu soruna bugünlerde marjinal solun öve öve bitiremediği Sovyetler dahi çözüm bulamamış ve Sovyetler de köylü işçiye oranla çok geri kalmıştır. Zaten çoğu sosyalist teoriysen Sovyetlerin çöküş nedenleri arasında buna yer vermektedir.
En önemlisi Atatürk antiemperyalist mücadelesidir. Dünyada sömürgecilik ilk kez Türk topraklarında yenilgiye uğramıştır ve bu önemli olay dünyanın seyrini değiştirmiştir. Bugün marjinal solun önder olarak kabul ettiği Lenin, Mao ve Fidel her konuşmasında Mustafa Kemal’in bu mücadelesini vurgulamış ve Atatürk’ün ilericiliğinde bahsetmiştir. Çünkü bu bağımsızlık mücadelesi tüm sömürge toplumlarını harekete geçirmiş ve toplumlar peşi sıra bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Aynı zamanda emperyalizmin böl-parçala-yönet stratejisini çözen Atatürk Ulasal Bütünlüğe çok büyük önem vermiş ve asimilasyon politikasını izlemiştir. Çünkü Misak-ı Milli sınırları içinde oluşacak bir ayrılık hareketin emperyalizm tarafından kullanılacağını o zamanlar fark etmiştir. Böylece Milliyetçilik fikrini Ulasal Bütünlük çerçevesinde oluşturmuş ve antiemperyalist bir temele oturtmuştur. Şimdilerde Milliyetçiliği sahip çıkan ırkçı veya İslamcı çevrelerini ise bu Atatürk Milliyetçiliğinin içini bulandırarak, halkım milliyetçi tepkilerini köreltmiştir.
Bugün piyasada olan sol gruplara baktığımızda ise hemen hepsinin emperyalizmin kucağına düştüğünü söyleyebiliriz. Çünkü hemen hepsi bölünmeyi savunmakta, milliyetçiliği ise şiddetle karşı çıkmaktadır. Oysa emperyalist baskının gittikçe hız kazandığı, emperyalizmle sınır komşusu olduğumuz, ülkemizde kukla bir kürt devletinin kurulmasının an meselesi olduğu bir dönemde milliyetçiliği terk etmek hangi akla sığar. İşte bu tip sol gruplar antiemperyalist değildir. Yaptıkları sadece emperyalistlerin kucağında antiemperyalist türküler söylemektir. Bunun yanı sıra bu gruplar özgürlük adı altında türban eylemlerine dahi katılmaktadır. Hatta çoğu 28 Şubatta dincilerin safında yer tutmuştur. Oysa onların ağzından düşürmediği sonsuz özgürlük sloganı sosyalistlerin değil, liberallerindir. Bu örnekleri göz önüne aldığımızda bu gruplar hem emperyalizmle işbirliğindedir, hem de gericilere destek vermektedirler.
Yani karşılaştırmalı olarak baktığımızda Kemalizm bu gruplardan daha soldadır. Kemalizmin uygulamalarında ki antiemperyalistlik, laiklik, çağdaşlık ,Ulusal Bütünlük özetle ezilenin yanında olmak olarak açıklanan solun dinamikleridir. Diğer grupların dinamikleri ise işbirlikçilik, kompradorluk ve halktan kopukluktur. Tüm bunlardan dolayı Kemalizm Türkiye’de ki solun en radikal kesimidir...