1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

SU VE TERÖR

Gönderilme zamanı: 22 Şub 2010, 18:34
gönderen moments
SU VE TERÖR
Türkiye ile Suriye arasında gerginliğe neden olan asıl mesele sınır aşan suların kullanımından doğan anlaşmazlıklardır. Türkiye'nin GAP kapsamında kurduğu Atatürk Barajı, önemli bir kısmı Suriye'den geçen Fırat'ı kontrol altına almaktadır ve Suriye'nin bu suya hayati derecede ihtiyacı vardır. Her ne kadar Türkiye, 1987'de merhum Özal döneminde imzaladığı porotokole bağlı kalarak Atatürk Barajından yılda 15 milyar metreküp suyu aksatmadan vermişse de, suyun kontrol altına alınmış olması bu ülkeyi diplomatik açıdan Türkiye'ye bağlamıştır. Aslında verilen bu miktar Suriye'nin 11 milyar metreküplük ihtiyacından daha fazlasını oluşturmuştur. Ancak ifade ettiğimiz gibi bu durum,Türkiye'nin bu ülkeye karşı her zaman caydırıcı olmasını sağlayan diplomatik avantaj anlamına geldiğinden, Suriye bu durumu kabullenmek istememiştir.
Suriye tarafı, Fırat'ı uluslar arası nehir olarak görmüş ve yapılacak bir anlaşmada PAYLAŞIM esasının kabul edilmesindeki ısrarında henüz değişiklik yapmamıştır.
Türkiye ise bu yaklaşımın yerine TAHSİS kavramının iki tarafça da benimsenmesi yolunu zorlamaktadır. Bu meselede, önceden Sovyetlerin desteğini kolayca yanında bulan Suriye, Sosyalist blokun dağılması ile, Türkiye karşısnda diplomatik açıdan çok önemli ölçüde gerilemiştir. Giderek Esed rejiminin dış ilişkilerde yalnız kalması, diplomatik avantajlarını kaybetmesi, yeni arayışlara girmesi zaruretini ortaya çıkarmış, bu durum ise onu uluslar arası hukuk kurallarına uymayan yollara baş vurma tercihine zorlamıştır.

İşte bu nedenle Suriye yönetimi, Türkiye'nin su kozuna karşılık, geçmişte Ermeni ASALA, yakın geçmişte PKK ve onun lideri Apo faktörünü uzun süre caydırıcı bir unsur olarak kullanmak istemiştir. Bekaa Vaadisi'ni her türlü terör faaliyetlerinin kamp hizmetlerine sunmaktan, dönemin başbakanı Demirel'in adres ve telefonlarını vermesine rağmen Apo'nun Şamda'ki varlığını suretâ inkar ederek terörün gücünden yararlanma yolunu tercih etmekten uzun süre vaz geçmemiştir. PKK'nin faaliyetlerine verilen gizli ve açık destek, Türk dış işleri ve başbakanlığı düzeyinde yapılan tüm girişimlere rağmen, bu ülkenin yöneticilerince diplomatik avantaj olarak görülmeye devam edilmiştir. Bu süreç, TSK'dan gelen sert ve kararlı uyarılara kadar devam etmiştir.

Nihayet TSK'nın sıcak müdahele niyeti kesin olarak anlaşılınca Suriye, Apo'nun yakalanma sürecini başlatan terörü ihraç kararını vermek durumunda kalmıştır. Öte yandan, Şia'nın bir kolu olan Nuseyri iktidarını, mezhebî yakınlığı dolayısıyla kullanan İran, bu ülke ile İslam Devrimi'inden beri iyi geçinmiş, Suriye'nin Lübnan Devleti üzerindeki etkisini de kullanarak Kafkasya'dan Akdeniz'e uzanan bir korudorun oluşumunu ve kurumsallaşmasını sağlamaya çalışmıştır.

Teferruatta farklı yönelişlere sahip olsalar bile, bahsini ettiğimiz coğrafya içerisinde Irak'ın güneyini de kapsayacak biçimde mezhebî birlikteliğe sahip hareketli bir etnoğrafya mevcuttur. Böyle bir ittifak koridoru, elbette Türkiye'nin ve onun müttefiklerinin Ortadoğu ile ilişkilerini olumsuz yönde etkileyecek, hatta kuzey-batıdan Ortadoks kuşatmasına muhatap olan ülkemizi giderek güneyden de mezhebi entegrasyon'a dayalı bir kuşakla sıkıştırmış olacaktır. Nitekim teröre sağlanan lojistik destek konusunda Suriye-Yunanistan iş birliğinin doğurduğu sonuçlar halen hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Bunun yanı sıra Suriye'nin Hatay'ı kendi ülkesinin bir parçası olarak görmesi ve üst düzey diplomatik görüşmelerde bile bu durumu haritalarında göstermekte ısrar etmesi anlaşmazlığın bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Aslında Esed yönetimi de biliyor ki, bu tarihi hayal gerçekleşmeyecek.

Ancak yukarıda ifade etmeye çalıştığımız gibi bu ülkenin dış politikası krizden beslenen bir yapısal niteliğe sahiptir. Türkiye ile sıcak bir çatışmaya girmeden, düşük yoğunluklu olarak diplomatik krizin devam etmesi, Esed rejimine hem içeride hem de dışarıda, çeşitli denge imkanları sağlamaktadır. İsrail ile ilişkilerin Golan Krizi şeklinde sürekli canlı tutulmasının nedeni de aynı amaca yönelik olmuştur.

Objektif ve uluslar arası kurallara uygun bir dış politik yapılanmanın, bu rejimin en önemli çıkmazı olacağını düşünmek yanlış olmaz. Bu bakımdan Esed sonrası dönemden çok fazla da ümitli olmamak gerekir. Zira Esed prototipini şekillendiren rejimin unsurlar ve bu unsurları besleyen iç ve dış konjüktürün duruşlarında şimdilik bir değişme olmamıştır. Her ne kadar bu ülkede olası değişiklikleri, oğul Beşşar'ın Batı'da eğitim görmüş internet tutkunu oluşuna bağlayanlar varsa da, Ortadoğu'da yeni bir istikrarsızlık adası oluşumuna kayıtsız kalması imkansız olan güç merkezleri, yeni iktidarın oluşumuna olabildiğince etki etmeye çalışacaklardır. Suriye'de oluşturulacak yeni süreç içinde, sindirilmiş ve örgütsüz Sünni muhalefetin ise en azından yakın gelecekte fonksiyonel olacağına dair bir belirti yok gibidir.