SURİYE VE TERÖR

Cevapla
Kullanıcı avatarı
moments
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 5033
Kayıt: 14 Ağu 2008, 19:14
Konum: Almanya
İletişim:

SURİYE VE TERÖR

Mesaj gönderen moments » 22 Şub 2010, 18:33

SURİYE VE TERÖR
Suriye yönetimi, "terörizm"i düşmanlarına karşı bir silah ve Ortadoğu'da yayılmaya yönelik bir güç olarak kullanıyor. Bu kirli ve karanlık savaşın kontrolünü, bir diktatör olan Devlet Başkanı Hafız Esad, ülkenin "Haber alma ve Güvenlik" birimlerini kullanarak elinde tutuyor. Suriye'nin istihbarat birimleri, Batı ülkelerine, İsrail'e, Ortadoğu'da barış isteyen Arap ülkelerine ve Esad yönetimine ters düşen gruplara yönelik terör eylemlerini, el altında bulundurdukları terör taşeronlarına ihale ediyorlar. Bu eylemler bombalama, toplu cinayetler, suikastler, sabotaj ve insan kaçırma olayları şeklinde gerçekleştiriliyor. Suriye, terörizmle işbirliği yaptığı için uluslararası alanda adı kötüye çıkmıştır. Her cinsten teröristi topraklarında barındırıyor, besliyor ve bu cömertliğine karşılık olarak da bu katilleri kendi emelleri için kullanıyor. Suriye diplomasisi, bir yandan ABD'nin Ortadoğu'da sürdürdüğü barış girişimlerini desteklediği ve İsrail ile bir anlaşmaya varabileceği görüntüsünü verirken, öte yandan Lübnan'lı Şii Hizbullah gerillalarının, Güney Lübnan'da, İsrail halkına karşı terör eylemlerini sürdürmelerine ve Kuzey İsrail sınırlarını tehdit etmelerine göz yumuyor, hatta kışkırttığı da iddia ediliyor.

Suriye'nin, uluslararası terörizmle olan ilişkileri yüzünden sicili hayli kirlidir. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın "terörizme devlet desteği sağlayan ülkeler" listesinde adı 1979'dan bu yana, ilk sıradaki yerini daima korumuştur. Suriye terörü, iç ve dış politikasında bir silah olarak kullandığı için, birçok ülke tarafından dışlanmış, tek başına yaşamaya mahkum edilmiş bir ülke durumuna gelmiştir. Şam yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ılımlı kanadını parçalayarak, radikallere terör örgütleri kurdurduğu ve FKÖ örtüsü altında onları kullandığı için, Yaser Arafat ile ilişkileri bozulmuştur. Dünya üzerinde meşru bir devlet yaratma mücadelesi veren Filistin Kurtuluş Örgütü'nün lideri Yaser Arafat, Hafız Esad'ın oyuncağı olmak istemediği ve ona karşı direndiği için, Suriye tarafından düşman ilan edilmiş, bünyesinden koparılarak yaratılan karşıt terörist güçlere kırdırılmak istenmiş, aynı inancın savaşını veren kardeşler birbirlerine düşman hale getirilmiştir. Suriye'nin kendi çıkarları için kullandığı Filistin terör gurupları ise sahneye Suriye'nin "terör taşeronları" olarak çıkmışlardır.

1970'li yıllarda, Ortadoğu'da barış yanlılarının güç kazanması, Suriye'nin izlediği politikaya ters düştüğü için, 1974'de "Arap Red Cephesi"ni kurdu ve liderliğini üslendi. O yıllarda, Japon "Kızıl Ordu"suna kadar el uzatan Şam yönetimi, Ermeni terör örgütü ASALA'yı da kurmuş, örgütlemiş, Türk ve yabancı hedeflere saldırtarak uluslararası terörü yaratmıştır. "Çakal" Carlos'un, 1980'lerin başında Suriye İstihbaratının hizmetine girip Hava İstihbarat Birimi'nin Başkanı General Muhammed al-Khouly'nin emrinde çalıştığı da biliniyor. "Çakal" Avrupa'da gerçekleştirdiği birçok kanlı eylemden sonra 1988'de ortadan kaybolmuştu. Fransız İstihbarat Örgütü 1991 de asıl adı Illych Ramirez Sanchez olan "Çakal" Carlos'un, Şam'da gizlendiğini tesbit etti. "Çakal" kendisi gibi aranan bir terörist olan eşi Alman "Kızıl Ordu" terör örgütünün militanı Magdalena Kopp ve 6 yaşındaki kızı Evita ile Suriye başkentinde Matze mahallesinde bir apartmanda Michel Asaf adını kullanarak yaşıyordu.

Suriye'nin en faal dış haber alma örgütü Lübnan'dadır. Kısa bir süre öncesine kadar başında Askeri İstihbarat Başkanı Ali Duba bulunmaktaydı. Bu örgütün üssü Bekaa vadisinde Anjar'dadır. Bölgesel örgüt büroları ise Batı Beyrut, Tripoli, Hammana, Sidon, Shtawra, Ba'albek ve Jub Janin'dedir. Suriye, bu istihbarat biriminin sayesinde bölgeyi kontrolü altında bulundurabiliyor. "Terör taşeronları" yanısıra Suriyeli istihbarat ajanlarının da, terörist eylemlerde "diplomat" örtüsü altında hareket ettikleri saptanmıştır. Bu eylemlerden bazıları şöyle sıralanabilir: Ürdün Maslahatgüzarı Histam al-Maysin'in Beyrut'ta 1981'de kaçırılması, Louis Delamore'nin öldürülmesi, Beşir Cemayel'i hedef alan suikast ve Ekim 1983'de Beyrut'taki Amerikan kışlasının bombalanarak 241 askerin öldürülmesi. Suriye İstihbarat Örgütü daha birçok benzeri eyleme kanlı imzasını atmıştır.

Bu arada Fransız İstihbarat Örgütü'nün yaptığı tesbitlere göre, Fransız "Doğrudan Eylem" gibi Batı Avrupa kökenli terör örgütlerinin militanları da, Suriye'de "ideolojik" ve "askeri" eğitim görmüşlerdir. Suriye, 1980'lerin başında Ortadoğu'da kendisine müttefik arayan Sovyetler Birliği'nin de desteğini almıştı. Suriye'nin, Ortadoğu'daki emelleri, Moskova için "düşük riskli" olduğu, gibi Türkiye politikasıyla da uyumluydu. Suriye 1970'lerde dünyanın dört bir yanında adı korku yaratan terörist örgütlerin Kabe'si haline gelmişti. Hafız Esat, Radikal Filistinli gruplara, Suudi Arabistan, Lübnan, Ürdün, Irak yönetimlerine karşı terör yaratan güçlere çok açık bir şekilde kucak açmıştı.

Tıpkı 1980'lı yılların başında Türkiye'ye problemler yaratması için PKK'ya kucak açtığı gibi.. Bekaa vadisi, Suriye'nin kontrolüne geçmesiyle birlikte, bölge uluslararası terörün bir eğitim merkezi durumuna gelmişti. Bu kamplarda Japon "Kızıl Ordu Fraksiyonu"ndan, Tayland'lı "Şetani Kurtuluş Cephesi"ne, "Eritre Kurtuluş Hareketi"nden, POLISARIO'ya, Ermeni ASALA'dan Kürt PKK'ya kadar dünyanın dört bir köşesinden gelen birçok terör örgütünü barındırıyor, besliyor, koruyordu. Hatta Yunanistan'da Sosyalist Papandreu iktidarının Bakanlarından Safis Valirakis, Vasilis Konstandineas ve 1988'de Yunan İstihbarat Teşkilatı'nın Başkanı Kostas Tsimas'ın da Bekaa'da eğitildikleri biliniyor. Bunlar ve daha başkaları PASOK partisi iktidara geldikten sonra, Yunanistan'ın kapılarını uluslararası terörizme açtılar. Suriye'nin, 1983'te uluslararası terörizme yeni bir yön verdiği gözlendi. O tarihten sonra Şam yönetimi, Muhaberat ajanlarının terör eylemlerinde doğrudan yer almalarına bazı sınırlamalar getirdi. Suriye'nin bir devlet olarak itibarının korunması yani bir "terör devleti" olduğunu gizlemesi gerekiyordu. Uygulamaya başladığı bu yeni terör politikasıyla, ajanlarını terör eylemlerinden çekmiş, devreye Bekaa vadisinde topladığı terör militanlarını sokmuştu.

Böylece Suriye İstihbaratı eylem yapılacak hedefleri seçiyor, saldırı operasyonlarını planlıyor ve eylemleri gerçekleştirme görevini Bekaa'da üslenen terör örgütlerine veriyordu. İsrail'in 1983'te Lübnan'dan çekilmesinden sonra evvelce Lübnan'da üslenmiş bulunan 3500 kadar terörist'i Suriye İstihbarat'ı askeri uçaklarla Şam'a taşımıştı. Bunların arasında kod adı (Sabri al-Banna) olan Ebu Nidal de bulunuyordu. Kendisine, Şam'da bir ev tahsis edilmiş, adamları da koruma altına alınmıştı.

Şam'ın uluslararası terörizmin bir Koordinasyon Merkezi durumuna gelmesinde Lübnan'daki gelişmelerin büyük rolü olmuştur. Dünyanın her yanından gelen teröristlere Suriye'nin Başkenti Şam'ın çevresinde tahsis edilen 5 kamp ve Suriye'nin, Lübnan'da işgal ettiği bölgelerde kurulan 20 kamp, artık yeterli olmamaya başlamıştı. Şam yakınlarındaki "Yarmuk" kampı ileri derecede terörist eğitimi için tahsis edilmişti. Bu kamp uluslararası terörün üniversitesi idi. Yarmuk'ta değişik ülkelerden gelen teröristler Varşova Paktı üyesi ülkelerin subayları tarafından eğitiliyorlardı. Bekaa vadisindeki kamplar ise, Ortadoğu bölgesinde faaliyet gösteren teröristlere ayrılmıştı. Türkiye'de eylem yapan terör örgütlerinin militanları da bu kamplarda eğitiliyorlardı. Esad tarafından planlanan terör eylemlerinin gerçekleştirilme operasyonları ise, Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Muhammed Khouly tarafından işleme konuyordu. Tuğgeneral Khouli'nin yardımcısı Albay Haitham Sayeed, terör operasyonlarının ayrıntılarıyla uğraşıyor mekanizmanın işlemesini sağlıyordu, terör örgütleriyle koordinasyonu ve bağlantıyı sağlıyordu.
Suriye, uluslararası terörizmde dikkatlerin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Libya üzerinde yoğunlaştığı bir dönemde, hiç kimsenin dikkatini çekmeden ikisini de geride bırakan eylemlerde bulundu. Planladığı ve gerçekleştirdiği birçok eyleminin faturası Libya ile FKÖ'ye çıkarıldı. 1983 sonrası dönemde Suriye'de ya da, kontrolündeki Lübnan topraklarında üslenen terörist gruplar Avrupa ve Türkiye'ye yönelik eylemler yapmaya başladılar. Ekim 1983'te, Hindistan ve İtalya'daki, Ürdün Büyükelçileri'nin yaralanmalarıyla başlayan suikast dizisi, Atina, Amman ve Madrid'te devam etti. Bu eylemlerde Abu Nidal örgütü ve bazı Filistinli müfrit örgütler terörün taşeronları olarak sahnedeki yerlerini almışlardı.
Suriye'nin, Ortadoğu politikasının bir temel hedefi de, onayı olmadan Arap ülkeleri'nin İsrail'le yapacakları barış anlaşmalarını engellemektir. Suriye, 1982-1985 yılları arasında terör silahını, İsrail ile barış görüşmeleri yapan Lübnan ve Ürdün'e doğrultmuştu. Asıl Hedef Ortadoğu'da barış isteyen ABD idi. 1983'te Suriye kaynaklı teröristlerin saldırısı sonucu 241 Amerikan Deniz Piyadesi Beyrut'ta öldürüldü. 1984 yılının Eylül ayında ise ABD'nin Beyrut Elçiliğine bir saldırı gerçekleştirildi. Suriye'nin 1983'de Abu Nidal'e kucak açmasından sonra bu örgütün eylemleri, Batı Avrupa'daki yıllık terör eylemlerinin yarısını oluşturacak şekilde artış kaydetti. Suriye'de üslenmiş olan terör örgütlerinin 1980'lerin ikinci yarısına girerken, Yunanistan'da eylemlerini arttırmış olmaları dikkat çekiciydi. Batı Avrupa'da kaydedilen 30 kadar eylemin 25'i Atina'da gerçekleştirilmişti. Atina'da gerçekleştirilen eylemlerin hedefleri, genellikle Yunanistan'a üslenmiş terör örgütlerinin faaliyetlerini izleyen çeşitli ülkelerin ajanlarıydı. Bu arada Papandreu için tehlikeli görülen bazı önemli kişiler de öldürülmüştü.

Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad'ın uyguladığı "Terörizm Diplomasisi"nin bir kolu da Avrupa'ya uzanmıştı. ABD 1984'de askerlerini Beyrut'tan çektikten sonra Şam, Fransa'yı otoritesine bir tehdit olarak gördü. Lübnan'daki Fransız askerlerinin bölgeden çekilmesini sağlamak için, 1986'nın Aralık ayında Paris'te patlak veren bir dizi bombalama olayının arkasında yatan gerçek, Suriye'nin Fransa'ya bu yönde bir uyarısıydı. Paris'te bombalar peşpeşe patlamaya başlayınca, Fransız İç Güvenlik Başkanı alelacele Suriye'ye giderek, Esat'dan iki ülke arasında "teröre karşı işbirliği" yapılmasını istedi. Fransız İstihbarat Teşkilatı, Avrupa'da tırmanan terörün kaynağının Suriye olduğunu biliyor endişe duyuyordu. Ermeni kökenli bir Suriye vatandaşı olan Varadjian Garbidjian 1983'te Orly Havaalanına koyduğu bomba ile 8 kişinin ölümüne ve birçok kişinin yaralanmasına sebep olmuştu. Bu arada Avrupa basınında yer alan bazı haberler, Suriye-Fransa terör ilişkilerinin arkasında yatan gerçeği açığa çıkardılar. Bu haberlere göre Fransız İstihbarat Örgütü, Suriye'nin aracılığıyla terörist örgütlerle gizli bir anlaşma yapmıştı. Bu anlaşmada, Fransa'da üslenecek teröristlerin ülke içinde eylem yapmamaları şartıyla Fransa'da kalmalarına göz yumulacağı yer alıyordu.

Ancak Fransa ile Suriye arasında varılan anlaşmaya rağmen aynı günlerde Ermeni ASALA terör örgütü Paris'te sahneye çıkmış, hapiste bulunan 7 teröristin serbest bırakılmasını talep etmiş, isteği yerine getirilmeyince, 4 Şubat 1986'da Eyfel Kulesi'nde bir bomba patlatmıştı. ASALA'nın serbest bırakılmasını istediği teröristlerin arasında George Abdullah da bulunuyordu. ASALA, tutukluların serbest bırakılmaması halinde Fransız hükümetine, "trenleri, gemileri ve uçakları bombalama" tehdidinde bulunmuştu. ASALA'nın serbest bırakılmasını istediği isimlerden biri, Suriye doğumlu Varoujan Garbidian'dı. Bu Suriye'li Ermeni, 1983'de "Orly Katliamı"nı gerçekleştirdiği için ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Avrupa hapishanelerinde cezalarını çeken teröristlere sahip çıkan "Arap ve Ortadoğu Siyasi Mahkumları Dayanışma Komitesi" adlı bir örgüt de Garbidian'ı sahiplenmişti. Bu örgüt George Abdullah'ın liderliğindeki "Lübnan Devrimci Silahlı Fraksiyon"un, bir paravan örgütü olarak faaliyet gösteriyordu. Avrupa'yı saran Suriye kaynaklı terör eylemleri, 1985'te dikkati çekecek kadar artmıştı. 27 Kasım 1985'de Roma Havaalanı'nda 20 kişinin ölümüne yol açan terör eyleminin, Libya'nın desteğinde gözükmesine rağmen, eylemi gerçekleştiren 4 kişiden sağ kalan bir terörist, Suriye'nin işgalindeki Lübnan topraklarında eğitildiklerini ve Şam üzerinden eylem noktasına geldiklerini itiraf etti.

Suriye'nin terör taşeronlarının eylemleri, Avrupa'nın yanısıra Türkiye'ye de sıçramıştı. Ankara'da, Temmuz 1985'de Ürdünlü bir diplomatın hedef olduğu bu eylemi gerçekleştiren 6 Filistinli'nin, Ebu Nidal Örgütü'yle ve Ankara'daki Suriye Büyük Elçiliği ile bağlantılı olduğu tesbit edilmişti. 1986'yılının 6 Eylül'ünde İstanbul'da "Newe Şalom" Sinagogu'na düzenlenen ve 21 kişinin ölümüne yol açan terör olayında da Abu Nidal örgütü gündeme geldi. Abu Nidal'in katilleri Sinagog'a saldırırken WZ-63 tipi silahlar ile Bulgaristan çıkışlı el bombaları kullandılar. WZ-63 silahları o günlerde Abu Nidal'in adamları tarafından Karaçi'de bir baskında İstanbul'da bir Sinagog'a baskın yaparak 21 kişiyi öldüren ve 5 kişiyi de yaralayan teröristlerin Suriye bağlantılı olduklarını Türk makamları tesbit etmişlerdir. Bu olay Türkiye'de olduğu gibi tüm dünya'da nefretle karşılanmıştı. Bulgar imalatı olduğu tesbit edilen el bombaları ise, bir yıl önce 1985'de Viyana Havaalanı baskınında kullanılmıştı. Türkiye'deki terör eylemleriyle ilgili olarak soruşturmayı yürüten Türk savcılar 6 Filistinli'yi suçlayan bir iddianame hazırladılar. İddianamede bu kişilerin, İstanbul'daki Sinagog baskınını gerçekleştirdikleri, "Al Italia" uçağına bomba yerleştirdikleri ve İzmir'deki ABD subay kulübüne otomobilli bomba saldırısında bulunmaya teşebbüs ettikleri, Ankara'da Ürdünlü bir diplomatın ve yine Ankara'da Filistinli bir öğrencinin öldürülmesi eylemleriyle bağlantılı oldukları belirtilmişti.

Aynı günlerde Roma'da yakalanan Abu Nidal Örgütü üyesi Muhammed Sirhan, Bekaa vadisinde eğitildiğini, eylem emrini ve talimatları Suriyeli iki istihbarat subayından aldığını söylemişti. Viyana'da yakalanan diğer iki terörist de Suriye'den uçakla geldiklerini ifadelerinde belirtmişlerdi. Roma ve Viyana saldırılarının arkasında Suriye Hava İstihbarat Başkanı Muhammed el-Khouly bulunuyordu. 1986 yılının sonlarına gelindiğinde, Uluslararası Terör'ün bütün yolları Suriye'ye uzanıyordu. 375 yolcu taşıyan bir EL-AL uçağının bombalanması girişimi ile Berlin'deki "Alman-Arap Dostluk Birliği"nin bombalanması olayında da Suriye'nin imzası çok açıktı. EL-AL yolcu uçağının bombalanması olayına karışan Nizar Hindawi, Suriye Hava İstihbarat Başkanı Tuğgeneral al-Khouly'nin yardımcılarından Haitham Sayeed tarafından görevlendirildiğini itiraf etmiştir. Suriyeliler, Hindawi'ye, İssam Share adına hazırlanmış bir Suriye bir de Ürdün pasaportuyla 12 bin dolar vermişlerdi. Uçağın bombalanmasından sonra Hindawi'ye tekrar para verilecekti. Hindawi, 17 Nisan 1986'da İrlandalı hamile bir kadın kanalıyla uçağa sokmaya çalıştığı Çekoslovak yapımı plastik bombanın havaalanında bulunmasından sonra kaçarak Londra'daki Suriye Büyük Elçiliği'ne gitmiş, orada gizlenmişti. Bu olaydan hemen sonra İngiliz Hükümeti tarafından yapılan açıklamada, Suriye çok açık ve kesin bir dille suçlandı.

Sonuç olarak da, İngiltere, Suriye ile olan bütün diplomatik ilişkilerini kesti. İngiltere'den sonra ABD de Şam'daki Büyük Elçisi'ni geri çekti, Suriye'ye ekonomik yaptırım uygulamaya başladı. Avrupa Topluluğu da, Yunanistan'ın bütün itirazlarına rağmen Kasım 1986'da, Suriye'ye silah satışlarına ambargo koymuş, yüksek düzey ziyaretleri askıya almış, tüm ilişkilerini kesmişti. Ayrıca Avrupa'daki Suriye temsilciliklerinin izlenmesi ve Suriye Havayollarının sıkı bir kontrol altına alınması da kararlaştırılmıştı. Avrupa Topluluğu'nun bu kararlarına tepki gösteren tek Avrupa ülkesi, her zaman olduğu gibi yine Yunanistan olmuştu. Atina, alınan kararlara uymamıştı. Avrupa Birliği ise Yunanistan'ın bu baş kaldırmasına seyirci kalmaktan başka hiçbir şey yapmamış, her nedense hiç bir tepki göstermemişti. Batı Berlin'deki olayda ise, Hindawi'nin kardeşi Ahmed Hazi ve Faruk Salameh, 29 Mart 1986'da "Alman-Arap Dostluk Birliği"nin binasını bombalama eylemini gerçekleştirdiler. 11 kişinin yaralandığı olay sonucunda yakalanan Hazi, bombayı Doğu Berlin'deki Suriye Büyükelçiliği'ndeki üst düzey bir Suriye Hava Kuvvetleri istihbarat subayından aldığını itiraf etti.
SURİYE VE TERÖR
Bu sırada Suriye yönetimi, uluslararası terörizmle olan ilişkilerini yalanlama gereğini duymuyordu. Örneğin, Suriye Dışişleri Bakanı Faruk El Şara, Eylül 1986'da "Washington Post" gazetesinde yayınlanan bir mülakatında, Abu Nidal'le olan bağlantılarını doğrular bir şekilde konuşmuştu. Buna rağmen, Abu Nidal'in eylemleri, Esad'ı gittikçe sıkıntıya sokmaya başlamıştı. Eylül 1986'da Karaçi'de bir Pan-Am yolcu uçağının Abu Nidal tarafından kaçırılmasından sonra Pakistan Devlet Başkanı Ziya ül-Hak, Esad'a ülkesinde faaliyet gösteren terör örgütlerinin Suriye kaynaklarından nasıl yararlandıklarını gösteren kalın bir dosya gönderdi. Esad, Abu Nidal'i ve adamlarını Şam'dan atmak için Temmuz 1987'yi bekledi.

Gitgide artan uluslararası tepkiler ve diplomatik baskılar üzerine Şam yönetimi, Suriye topraklarında Abu Nidal'e sağladığı kolaylıkları sona erdirmiş gibi göründü. 1987 Haziran ayında Abu Nidal'in Şam'ın yakınında üslendiği Yarmuk kampı kapatıldı. Ancak bu göstermelik bir hareketti. Abu Nidal'e destek Lübnan üzerinden devam etti. Suriye son yıllarda, Batı ile olan ilişkilerini düzeltmek ve dengelemek için terörle olan tüm bağlantılarını kesmiş görünümünü vermeye çalışıyor. Oysa Şam'ın bütün yaptığı, sınırları içinde üslenen terör üslerini ve operasyon merkezlerini Suriye'den, Lübnan'a kaydırmış olmasından öteye gitmiyor. Suriye, saplandığı terör batağından göstermelik olarak kurtulmak için adı terör eylemlerine karışmış birçok subayını saf dışı bırakmıştır. Bunlardan biri de Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı Muhammed Khouly'dir. Khouly, Nisan 1986'da EL-AL uçağına düzenlenen başarısız bombalama olayından sonra görevden alınmıştır.

Şam yönetimi, Ebu Nidal Örgütü'nün Suriye'deki bürolarını Haziran 1987'de kapatmış, Venezüella'lı terörist "Çakal" Carlos'u ve ailesini Eylül 1991'de sınırdışı etmiş, Ekim 1992'de Bekaa'da El-Hilwah köyündeki PKK eğitim üssünü kapatmıştır. Söz konusu kamp kısa bir süre sonra tekrar faaliyete geçmiştir. Suriye'nin bütün iyi niyet gösterilerine rağmen, bazı çok tehlikeli terörist guruplara ev sahipliği yapmaya devam ettiği de biliniyor. Suriye, bir yandan Amerika'nın önderlik ettiği barış hareketlerini destekler görünürken öte yandan, İran'ın, Suriye Havayolları'nı kullanarak, kontrolünde bulunan Bekaa vadisine yolladığı silahları, Hizbullah örgütüne ulaştırmaktan da geri kalmıyor. Yunanistan'ın ve "Güney Kıbrıs"ın PKK terör örgütüne gönderdiği silahlar da yine aynı şekilde örgüte teslim ediliyor. Hizbullah, 1993'den sonra, İsrail'e karşı saldırılarını yoğunlaştırmış, Arap-İsrail anlaşma çabalarını engellemeye çalışıyor. Suriye'de üslenmiş bulunan Filistinli radikal gruplar ise gene Suriyeli'lerin kışkırtmaları ile Gazze ve zaman zaman Kuzey İsrail'de bulunan sivil yerleşim bölgesindeki sivillere indifada bağlantılı saldırılar düzenletiyorlar. Suriye'nin, bu şiddet olaylarında doğrudan yer aldığı kanıtlanmamışsa da, olayları tasvip ettiği, izin verdiği diplomatik kaynaklarca tesbit edilmiştir.

Şam'ın amacı, Arap ülkelerinin, İsrail ile olan uzlaşma girişimlerini sabote etmeye yöneliktir. Buna rağmen, Mısır'dan sonra Yaser Arafat ve Ürdün Kralı Hüseyin Arap ülkeleri olarak İsrail ile dostluk kurmayı başarmışlardır. Suriye, şu sıralarda çok örtülü bir şekilde, radikal dinci örgütlerin, onun yayılmacı emellerine ulaşma konusunda yardımcı olabileceklerine ve bu yeni görünümlü terörü bir silah olarak kullanabileceğine inandığı sürece, dünya ile olan ilişkilerini geliştiremeyecek, bölgede barışı tehdit eden bir çıban başı olarak kalmaya devam edecektir. Suriye'nin görüntüsünü en gerçekçi bir şekilde ortaya koyan İsrail Başbakanı İzak Rabin öldürülmeden 24 saat önce yaptığı bir konuşmada Suriye'nin analizini şöyle yapmıştı: "Suriye'yi yönetenlerin ne düşündüklerini anlamak kolay değildir. Alınan kararların tek bir uygulayıcısı var ve o da kağıtlarını daima kapalı tutarak, karşısında bulunanları her an şaşırtabiliyor. Suriye'yi 18 yıl yöneten Hafız Esat hakkında kesin bir yargıya varmak mümkün değildir. Bugüne kadar Suriye hakkında pekçok şey duydum ama, gene de birşey bildiğimi söyleyemem".

Suriye şu sıralarda bir yalnızlığa itilmiştir. İtildi mi, çekildi mi bu konuda kesin bir değerlendirme yapmamız mümkün değil. Ama kesin olarak görülen şu ki, Suriye tek kelime ile Batı dünyasından olduğu kadar, komşuları tarafından da dışlanmıştır. 1995 yılı sonlarında Ürdün'de yapılan "Ortadoğu Ülkeleri Ekonomik Zirve Toplantısı"na, Suriye ve kontrolü altında bulunan Lübnan katılmadı. Bu yüzden bölgeye yönelik dış yatırımlar çoğunlukla Mısır, Ürdün ve Filistin Yönetimi'ne kaydı. Suriye, şu sıralarda çok kişi için güvensiz bir ülkedir. Bugüne kadar Hafız Esad'ın hayalleri için kan dökenler bile bu ülkede korku ve güvensizlik içinde yaşıyorlar. Bir zamanlar, Yaser Arafat'a karşı cephe kurmuş olan 11 Filistin gerilla örgütü silahlarını bırakmış, bir köşeye çekilmiş korku içinde geleceklerinin ne olacağını bekliyorlar. Korkuyorlar, çünkü Suriye'nin uluslararası terörü besleyerek dünyayı kana nasıl boğduğunu olaylarda rol aldıkları için çok iyi biliyorlar. Abu Nidal'in Libya'ya, Ahmet Cebril'in İran'a gittikleri söyleniyor. PKK'nın danışmanı Yunan kökenli Suriyeli Hawatme şu sıralarda bir salon adamı olarak ortalarda dolaşıyor. Suriye'nin yıllarca kullandıktan sonra "Çakal Carlos"u Fransızlara teslim etmesi "Emekli Teröristler"in Suriye yönetimine karşı güvensizliklerini daha da arttırıyor. Şu sıralarda tam bir çöküntü içine girmiş bulunan PKK'nın lideri Abdullah Öcalan da her an başına neler gelebileceği korkusu içinde yaşıyor. Suriye'nin "terörizm tekniği"nin en büyük özelliği kendisine hizmet etmiş olsa bile terörist örgütlerin liderlerini rahatlıkla harcayabilmesidir.

Suriye için hayat devam edercesine, terör de devam ediyor. Filistin Kurtuluş Örgütünü parçalayıp yarattığı terör örgütlerinin faaliyetleri iflas edince, PKK'yı yarattı. Ancak ondan yalnızca Türkiye'ye karşı yararlanabildi. Suriye için asıl önemli olan ise Batı dünyasını karıştırmaktır. Hafız Esat şimdi aşırı dinci terör guruplarını sahneye çıkarmaya başladı. Ağustos 1995'de aşırı dinci Hamas Örgütü'nün liderlerinden Ebu Marzuk'un ABD'de tutuklanmasından sonra devam eden tehditler, Washington'u, Suriye'ye karşı harekete geçirdi. Bu arada Ağustos ayı sonlarında "Washington Post" gazetesinde yer alan bir haberde, ABD Dışişleri Bakanı Warren Cristopher, Ortadoğu terör örgütlerinin, Amerikalılara ve ABD çıkarlarına yönelik tehdit ve eylemlerinden Suriye'nin sorumlu tutulacağını belirtti.
Suriye'nin kontrolü altındaki BEKAA'da TKP/ML,PKK, DEV-SOL, SVP ve "16 HAZİRAN HAREKETİ"nin kampları bulunmakta, TKEP, ACİLCİLER, TKSP ve ÜÇÜNCÜ YOL örgütlerinin mensupları bu kamplarda eğitilmektedir. Ayrıca DHB, TKP/ML Yurtdışı Bürosundan merkezi düzeyde birkaç kez yardım talebinde bulunmuşlar, bu isteğin olumlu karşılanması üzerine BEKAA'da bir kamp açabilmişlerdir. Söz konusu tüm örgütlerin burada resmi ya da yarı resmi sayılabilecek düzeyde temsilcilikleri mevcuttur. Bu örgütler belirli zamanlarda bir araya gelerek ortak bildiri yayınlarlar ya da açıklamalarda bulunurlar. "Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu/Geçici Merkez Komitesi" (THKO/GMK)'den ayrılan THKO/MB 1980 Nisan ayında TKEP adını almıştır. "Milli Demokratik Devrim" (MDD) stratejisini benimseyen ve geçmiş dönemde SSCB yanlısı bir tutum izleyerek, TKEP, sosyalist görüş doğrultusunda, ML ilkelere dayalı ideolojik arayışını sürdürmektedir. TKEP'nin, Suriye ile ilişkileri 1971 yılında başlamıştır. O dönemde Suriye'ye kaçan bazı drijanlar EL-FETİH başta olmak üzere "Filistin" örgütleriyle temas kurmuşlar, Şam'ın desteği ve himayesinde ülkedeki terör eğitim kamplarında barınmışlar, ideolojik eğitime, teorik ve pratik gerilla eğitimine tabi tutulmuşlardır.
Bunun yanısıra bazı "Filistin" örgütlerinden TC pasaportu karşılığında silah temin edilmiştir. TKEP'in 1980 yılında kuruluşundan sonra Suriye ile ilişkiler ve bu ülkelerdeki faaliyetlerde giderek gelişme görülmüştür. TKEP'nin bazı yönetici ve üyeleri bu ülkede barınmış, resmi makamlardan ikamet, eğitim ve maddi-manevi destek görmüşlerdir. Suriye'nin himaye ettiği bu aracılar, kendilerine sağlanan silah ve malzeme ile kendi hazırladıkları örgütsel yayınları Türkiye'deki yandaşlarına göndermişler ve aranmakta olan çeşitli terör örgütlerinin mensuplarının Suriye'ye kaçırılmalarına yardımcı olmuşlardır. Bu ülkede bulunan TKEP drijanlarının, Suriye İstihbarat Teşkilatı "Muhaberat"la her iki tarafın uygun gördüğü konularda iş birliği yaptıkları da, Türkiye'de yakalanan bazı militanların üzerlerinde bulunan Muhaberat ile ilgili belgelerden anlaşılmıştır. Suriye'nin, "Hatay" konusundaki emellerinin, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü parçalamayı hedef alan faaliyetlerde bulunan TKEP'in programında yer alması ve bu haliyle Suriye'nin ulusal politikasına hizmet eden bir örgüt olması, "Muhaberat" tarafından korunmasının başlıca nedenidir.
1973 yılında başlayarak, bir süre "YAZICILAR", "184'ler", "X GRUBU" adları altında faaliyet gösteren THKP/C kökenli bir grup, 1976 yılında THKP/C HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ (ACİLCİLER) adını almıştır. 1979 Mayıs ayında ortaya çıkan bölünme ile söz konusu örgütlenmeden "ACİLCİLER" ve "HALKIN DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ" (HDÖ) adlarındaki iki ayrı örgüt ortaya çıkmıştır. "ACİLCİLER" 1980 yılına kadar gerçekleştirdiği silahlı saldırı, bombalama ve soygun türü eylemlerle adını duyurmuştur. "ACİLCİLER" örgütünün geçmişteki devrim stratejisi "MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM" (MDD), yöntemi de öncü savaşı olarak belirlenmiştir. Örgüt halen Arap-Aleviliği özelliğine bağlı olarak etnik yapılı bir görünüm arzetmekte ve SSCB'nin dağılmasından sonra bağlı olduğu bir mihrak bulunmamaktadır.

12 Eylül 1980 sonrası aranır duruma düşen örgüt yöneticileri ve militanları illegal yollardan Suriye'ye geçmişlerdir. Bu arada "Muhaberat" fırsat kaçırmadan örgüte kancasını atmış, onlara geniş imkanlar tanımıştır. Bunun karşılığında ise Suriye'nin Türkiye'ye yönelik faaliyetleri ile "Müslüman Kardeşler" örgütüne karşı mücadelede yer alacaklardı. Merkezi Suriye'de bulunan "Acilciler" örgütünün, bu ülkede 50-60 kadar mensubu bulunmakta olup bunlardan bir kısmı iltica ederek Suriye vatandaşlığına geçmiştir. Örgütün Suriye'de Basit'te bir parti okulu, Lazkiye-Şam karayolu üzerinde bir eğitim kampı, ayrıca Lazkiye, Basit, Şam ve Halep'te örgüt evleri ve Suriye'de üslenmiş olan PKK yöneticileri ile de yakın ilişkileri bulunmaktadır. Türkiye'yi "ortak düşman" ilan eden ACİLCİLER ile PKK, Şam'a Türkiye'ye yönelik yıkıcı ve bölücü politikası doğrultusunda hizmetler vermektedirler. TKP/K(kıvılcım), 1979 yılında İstanbul'da "Sosyalist Vatan Partisi" olarak kurulmuş olup, 1990 Aralık ayında Yunanistan'da yapılan kongre sonucu adını TKP/K olarak değiştirmiştir. Sonraları örgüt içinde çıkan görüş ayrılıkları nedeniyle ikinci bir grup SVP/K adıyla faaliyet göstermeye başlamıştır. Sosyalist Devrim Stratejisi'ni benimseyen örgüt, silahlı eylem yanlısı olup, 1989 tarihinde PKK örgütü öncülüğünde oluşturulan Devrimci Birlik Platformu içerisinde yer almıştır.

12 Eylül 1980 harekatı döneminden önce, terör eylemlerine karıştıkları için aranan birçok örgüt mensubu kaçak olarak Suriye'ye geçmiş ve burada örgütlenme faaliyetlerine başlamışlardır. Uzun bir süre sessiz kalan örgüt Suriye'deki PKK'ya ait çeşitli kamplarda silahlı eğitim görmüş ve her türlü lojistik ihtiyaçları karşılanmıştır. Bu arada PKK'nın aracılığıyla Suriye istihbarat örgütüyle bağlantı kurmuştur. Halen PKK kamplarında eğitim gören örgüt mensupları eylem gerçekleştirmek amacıyla Türkiye ve Avrupa'ya gönderilmektedirler. "Vatan Partisi"nden ideolojik farklılıklar nedeniyle ayrılan Sarp Kuray ve arkadaşları 1979 yılında "Partizan Yolu" adı altında faaliyete başlamış, 1988'de ise "16 Haziran Hareketi" adını almıştır. Silahlı mücadele yanlısı olan örgüt "Demokratik Halk Devrimi" stratejisini benimsemektedir. 1989 yılında PKK örgütü öncülüğünde oluşturulan "Devrimci Birlik Platformu" içinde yer almıştır. Örgüt, 1990 yılında başlayan hizipleşmeler sonucunda konferansa gitmiş ve 1991 yılında Yunanistan'da yapılan bu konferans sonucunda Genel Sekreter Sarp Kuray ve bazı arkadaşlarının ayrılması üzerine belirsiz bir ortama girmiş ve bu belirsizliğini sürdürmektedir.

12 Eylül 1980 tarihinden sonra örgütsel faaliyet gösterip yakalanamayan birçok örgüt mensubu illegal yollarla Suriye'ye geçerek ilk etapta bazı Filistinli örgütlere ait kamplarda barınarak silahlı eğitime katılmış, bilahare kendilerine ait bir kamp oluşturarak daha etkin duruma gelmeyi amaçlamışlardır. Kamp eğitimlerini tamamlayan örgüt mensupları 3-5 kişilik küçük gruplar halinde Türkiye'ye girerek çeşitli eylemler ve örgütsel faaliyetlere katılmışlardır. "16 Haziran Hareketi", Suriye istihbarat örgütü Muhaberat ile yakın bir ilişki içinde bulunmaktadır. Muhaberat, örgüt mensuplarından Türkiye'ye yönelik faaliyetlerinde yararlanmış, bu hizmetin bedeli olarak da örgütü himayesine almıştır.

Suriye'nin, topraklarında beslediği silahlı eylem yanlısı bir örgüt olan "Türkiye Devrim Partisi" (TDP), TKP/B adıyla 1975 yılında kurulmuştur. 12 Eylül 1980 öncesinde Merkez Komitesi'nin ve Merkezi arşivin yurtdışına çıkarılması nedeniyle TDP'nin faaliyet merkezi 1987 yılına kadar Almanya, 1988-1989 yıllarında da Suriye ve Lübnan'ın Bekaa Vadisi olmuştur. 1980'li yılların başında bir grup örgüt mensubunun Suriye'ye kaçmalarından sonra örgüt tarafından ŞAM'da bir örgüt bürosu oluşturulmuş ve bu büro vasıtasıyla Suriye üzerinden Batı Avrupa ülkelerine gitmek isteyen örgüt mensuplarına destek sağlanmıştır. Bu büronun sorumluluğunu 1981-1989 yılları arasında Şam'da yerleşmiş bulunan TKP/B mensubu Semih ÖZAL (Kod adı:Faik SEZER) üstlenmiştir. 1986 yılında Almanya'da gerçekleştirilen II.Kongre'de silahlı mücadelenin sürdürülmesi ve Silahlı Halk Birlikleri'nin kurulmasının kararlaştırılması ile birlikte Bekaa Vadisi'nde silahlı eğitim kampı kurma gayreti içine giren TKP/B, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nden (FHKC) sağladığı destek ve yardımla 1987 yılında bölgede Yanta köyü civarında bir kamp oluşturmuştur. Aynı dönemde SURİYE/ŞAM-Rukneddin Mahallesi'nde örgüt evleri de temin eden TKP/B Türkiye'den eğitilmek için kampa gelen örgüt mensuplarını geçici sürelerle bu evlerde barındırmıştır.

Eğitime katılanlara silah ve patlayıcı maddelerle ilgili dersler Filistinli gerillalar tarafından verilmiştir. 1989 yılı sonlarında Yunanistan'da yapılan TKP/B III. Kongresinde Genel Sekreter İbrahim SEVEN Grubu ile birlikte örgütten ayrılarak, DKP'yi kurmuş ve kamp ile ŞAM'daki örgüt evleri DKP'nin kontrolünde kalmıştır. DKP Genel Sekreteri İbrahim SEVEN, Eylül 1991 ayında Suriye'den sınırdışı edilmesi üzerine kamp PKK'ya devredilerek faaliyetine son verilmiştir. TKP/B 1990 ortalarında PKK ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nden sağlanan yardımlarla Hilve köyü yakınlarında yeni bir kamp kurmuştur. TKP/B, 1992 yılında yapılan II. Konferansla adını "Türkiye Devrim Partisi" (TDP) olarak değiştirmiştir. Suriye'nin ve Şam Yönetimi'nin kontrolünde bulunan Lübnan'daki Bekaa vadisinde üslenen diğer bir Türk eylem grubu da, DEVRİMCİ-SOL (DEV-SOL) terör örgütüdür. 1978 yılında kurulan ve Türkiye'de silahlı mücadele yöntemi ile bir düzen kurmayı amaçlayan örgüt, kırsal kesimde ve şehirlerde propaganda temelinde yoğun silahlı eylemler gerçekleştirerek bir halk hareketi yaratmaya çalışmaktadır. DEV-SOL, Suriye'nin izniyle Mart 1990'da Bekaa vadisinde bir eğitim kampı açmıştır. "Şehit Ahmet" kampı olarak bilinen bu kamp PKK'dan devralınmıştır
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!

çelik kapı çeyiz

Cevapla

“Türk Dünyası” sayfasına dön

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 8 misafir