Ne Emperyalist ABD; Ne de Molla İran... Öncü Ülke Kemalist T

Cevapla
Kullanıcı avatarı
moments
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 5033
Kayıt: 14 Ağu 2008, 19:14
Konum: Almanya
İletişim:

Ne Emperyalist ABD; Ne de Molla İran... Öncü Ülke Kemalist T

Mesaj gönderen moments » 19 Kas 2008, 15:34

Resim
Ne Emperyalist ABD; Ne de Molla İran... Öncü Ülke Kemalist Türkiye!

ORTADOĞUDA KRİZ: ABD-İRAN GERGİNLİĞİ

Ortadoğu coğrafyası savaşlarla dolu bir tarihe sahip olmasıyla birlikte, bugün en kanlı dönemlerinden birini yaşamaktadır. Gerek zengin kaynaklara, gerek kutsal topraklara sahip olması nedeniyle bu coğrafya tarihi boyunca hep hedef tahtasında olmuş, özellikle sömürgeciliğin başlamasıyla birlikte de emperyalist devletlerin hep iştahını kabartmıştır. Bugün ise ABD şüphesiz bu bölgede planlı bir şekilde operasyon yürüten en büyük sömürgeci devlettir. ABD'nin bu bölgeye ilgisinin ekonomik nedenleri arasında Hazar petrollerini ve doğalgazı sayabiliriz. Ancak bu saldırganlığı sadece bu noktaya indirgeyemeyiz. Bu bölgede ABD'nin büyük siyasi istekleri de vardır. Bunlar da gelecekte ABD'ye rakip olarak çıkması beklenen Rusya ve Çin'i, antiemperyalist mücadele verme potansiyeli yüksek olan Türkiye'yi kuşatması olarak sayılabilir. Ayrıca şu anda yürütmekte olduğu operasyonlarla Arapların direncinin kırılması da ABD için önemli bir noktadır.

Camp Davıd Anlaşması Ve Ortadoğu'nun Değişen Siyasi Yapısı

Camp David Anlaşması Ortadoğu'da emperyalizme karşı mücadele yürüten Arap Milliyetçiliğinin bitmesi ve önemli bir süre bu alanda boşluğun oluşmasına neden olmuştur. 1950'li yıllardan sözkonusu anlaşmaya kadar olan dönemde Ortadoğu'da anti emperyalist hareketi yürüten gücün ideolojisi şüphesiz Arap Milliyetçiliğidir. Mısır'da Nasır'ın öncülüğünü ettiği hareket o dönem Ortadoğu'da büyük bir etkinliğe ulaşmıştır. Arapların tek bir bayrak altında toplanmasını amaçlayan hareket bunu kısmen de olsa başarmış, Mısır, Suriye ve Irak'ın birleşmesiyle kurulan BAC(Birleşik Arap Cumhuriyeti) o dönem Arapların yüreğini alevlendirmiştir. Fakat çok yazık ki bu cumhuriyetin ömrü çok uzun sürmedi. BAC'ın dağılışı ve bir süre sonra Nasır'ın ölümüyle Arap Milliyetçiliğinin etkinliği gitgide azalmıştır. Nasır'ın ölümünden sonra 'evetçi albay ' Enver Sedat Mısır Devlet Başkanı olmuştur. Fakat Enver Sedat'ın tavizkar politikaları Ortadoğu'da bu hareketin büyük ölçüde sonunu hazırladı. Özellikle İsrail'in Mısır tarafından resmi olarak tanınması Arap Dünyası tarafından şiddetle karşılandı ve Mısır Arap Birliği'nden ihraç edildi.

Arap Milliyetçiliğinin egemen olduğu dönemde sesini pek fazla duyuramayan ve muhalefette kalan İslami ideoloji ise yükselmek için Arap Milliyetçiliğinin bitişini bekliyordu. Bu dönemde SSCB'nin Ortadoğu'ya yayılma politikasına karşı ABD islami grupları silahlandırıyor ve SSCB'ye karşı yeşil kuşak projesini devreye sokuyordu. Arap Milliyetçiliğinin sona ermesiyle birlikte Ortadoğu'da islami gruplar büyük bir ivme kazanmıştır. Ancak ABD'den palazlanan bu ideoloji bugün Ortadoğu'da anti amerikancı mücadele yürütmeye başladı. Fakat şunu da belirtmek gerekiyor ki, Arap Milliyetçilerinin emperyalizme karşı kazandığı kesin zaferler tarihteki yerini almışken İslamcı grupların böyle bir zafer elde ettiğine tanıklık etmiş değiliz.

Afganistan'ın Ve Irak'ın İşgali

Soğuk Savaşın bitmesiyle birlikte Ortadoğu'da egemen olma isteği sömürgeci devletlerin planları arasındaydı. Çünkü o dönemde SSCB yenilmiş ve Ortadoğu'da etkinliğini yitirmişti. Arap Devletleri'de henüz tek bir ağızdan konuşmuyordu ve parçalanmışlıkları devam ediyordu. İran'ın İslam Devrimi'ni ihraç etme politikası tüm Arap Devletleri'nin tepkisini çekiyordu. Bunun sonucu ortaya çıkan Irak-İran Savaşı da aslında iki ülkeyi de zayıflatmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Sekiz yıl süren savaşın İran ve Irak'ı önemli ölçüde ekonomik ve insani zarara uğrattığı açıkça söylenebilir.

ABD'nin soğuk savaş ve sonrası Ortadoğu'da uyguladığı politikalarda bugün istediğine ulaşmak üzere olduğunu söyleyebiliriz. SSCB'ye karşı kurduğu yeşil kuşak projesiyle SSCB'yi pasifize eden ABD'nin bugün karşısına çıkan bir ülkenin olduğunu göremiyoruz. Soğuk Savaş sonrası Avrupa ülkelerinin de pasif kalmalarıyla ABD bu bölgede sistemli bir şekilde operasyonlarını sürdürdü. Tabi ki bu anlattıklarımızın hepsi emperyalist paylaşım savaşıydı. Peki, sömürge ülkelerinin bu gidişata bakışları nasıl oldu.

Açık söylemek gerekirse Ortadoğu, Orta Asya ülkeleri ve bunların ortasında Türkiye'nin ABD'nin bu yayılımcı politikalarına sert bir tepki gösterdiğini görmüş değiliz. Yazıktır ki sömürge ülkeler amerikan postallarının sesini yakından duymadıkça seslerin fazla çıkartmamakta. Bunu tabi ki ABD'nin bu ülkelerde kurduğu kukla yönetimlere bağlayabiliriz. Ancak açıkça söylenmesi gereken bir nokta varsa o da şudur ki; bu ülkeler dünyanın en eski medeniyetleridir ve bu ülkelerde ABD'ye karşı koyacak ilerici güçler mutlaka vardır.

ABD Fiili Olarak Ortadoğu'da

11 Eylül eylemlerinde sonra ABD Ortadoğu'ya yönelik politikalarını uygulamaya koymaya başladı. Afganistan'ı işgal eden ABD buraya kukla bir yönetim getirdi. Bu olay ABD için önemli bir aşamanın kaydedilmesiydi. Çünkü Afganistan jeostratejik olarak çok önemli. ABD Afganistan'da mevzi elde ederek, hem İran'ı doğudan (stratejik ortak Pakistan'da dahil) kuşatıyor, hem de Orta Asya'da ki Türki Cumhuriyetler üzerinde bir etki alanı kuruyordu.

Afganistan'dan sonra ABD'nin hedef tahtasına Irak oturmuştur. Çünkü Afganistan işgali Ortadoğu'da hegemonya kurma hayalinin ilk parçasıydı. Elbete ki bu planda petrollerini millileştiren, ABD'nin jandarmaları olan Kuzey Irak'ta ki peşmergeleri hedef alan, Baas Hareketinin temsilcisi Saddam Hüseyin ABD için büyük bir tehlikeydi. Ve ABD Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin karalarını da gözardı ederek kitle imha silahlarını bulmak-ki hala bulmuş değil- için Irak'a girdi ve Saddam Hüseyin'i devirdi.

Bu olay elbette ki Türkiye'yi yakından ilgilendiriyordu. ABD'nin komşumuz olmasının Türkiye'de belli bir fikir bulanıklığına yol açtığı söylenebilir. Çünkü kimi kesimler bu olayın artılarını(!) eksilerini tartışıyorlardı. Şimdi baktığımızda ise Türkiye'nin düşmüş olduğu durumu basit bir örnekle açıklayabiliriz. Türkiye Kuzey Irak'ta ki PKK birimlerini vurmak için Condelizza Rice'tan izin bekliyor.

ABD'nin Irak'a girerken dünyaya verdiği diğer müjde(!) ise Irak'a demokrasiyi getireceğiydi. Bugünkü Irak yönetimine bakarsak ABD'nin istediği demokrasinin geldiği söylenebilir. 30 Ocak 2005'te yapılan genel seçimlerin sonuçları şöyledir;
“ Seçimlerin galibi Şii İttifakı olurken, Kürtler seçimlerden ikinci olarak çıkmayı başardı. Sünni öfkesinin artması ve saldırıların büyük bir sorun olması Irak'ı kötü bir serüvene sürüklüyor."

İşte ABD'nin getireceği demokrasi ancak bu kadar olabilir. Aslında ABD'nin getirdiği demokraside ülke genelinde seçime gitmenin de pek bir anlamı yok, ülkede ki mezhepsel ve etnik kimliklerin arasında sayım yapılsın en çok nüfusa sahip olan kesim aralarında bir temsilci seçsin-belki bu seçim daha demokratik olabilir- seçilen temsilcide ülkeyi yönetsin. Ondan sonraki gruplarda tabi ki nüfuslara göre karar verme mekanizmalarında görev alsın. İşte böl-parçala-yönet stratejisinin demokrasisi…

Irak Savaşı Sonrası Ortadoğu

Irak'ta ABD kuklası yönetim kurulduktan sonra tüm Dünya ABD'nin yeni hedefinin kim olacağını tartışır duruma gelmiştir. Tabi ki amerikan emperyalizmi durduğu takdirde kaybedecekti.

Irak'tan sonraki hedefin Suriye olacağı Dünya kamuoyunda yaygın bir görüş olarak benimseniyordu. Özellikle Hariri suikastı sonrası Suriye ABD'nin hedefine iyice yaklaşıyordu. Bu dönemde ABD Başkanı Bush suikastla ilgili görüşlerini şöyle dillendiriyordu;

" Raporda suikastın siyasi gerekçelerle düzenlendiğine ve Suriye'nin parmağı olmadan gerçekleştirilemeyeceğine ilişkin ciddi bulgular var."

Aynı zamanda Bush Lübnan'a dış müdahalenin kabul edilemeyeceğini sözlerine ekliyordu.

Ancak son dönemde Ahmedinecad'ın yaptığı sivri çıkışlar ABD'nin planında bir yer değiştirmeye gidileceğinin işaretini veriyor. Ahmedinecad'ın İsrail'i yok etme planı ve bölgede başat güç olma isteği ABD'yi zaten kendiliğinden İran'ın karşısında konumlandırıyor. Şimdilerde Dünya kamuoyu Suriye'yi bir kenara bırakmış ABD- İran arasında çıkacak olası savaşı konuşuyor.

Kriz-İran Ve ABD

1979 Devrimi'yle İran Şah döneminden kalan ABD müttefikliğini terketmekle birlikte devrimini ihraç etme yolunu seçmiş bulunuyordu. Zaten bu amacı güden İran'ın Ortadoğu'da Arap Ülkeleri ile sorun yaşadığına ve Irak'la sekiz yıl süren kanlı bir savaşa girdiğine yazının başında değinilmişti.

Bugünkü sürece baktığımızda Ahmedinecad'ın İsrail ve ABD'yi hedef alan demeçlerinde Humeyni'nin stratejisini yeniden uygulamaya koymak istediği ortada. Zaten Ahmedinecad'ın seçilmesi de bu çerçevede gerçekleşmiştir. Ortadoğu'da Afganistan ve Irak işgalleriyle birlikte gittikçe yükselen ABD düşmanlığı İran seçimlerinde ılımlı Rafsancani'ye karşı sert Ahmedinecad'ı galip getirdi. Elbette ki bu rüzgarla iktidara gelen Ahmedinecad'ın ABD'ye karşı sert çıkışlar yapması olağan karşılanmalı.

Ahmedinecad'da İran Halkının iradesini boşa çıkarmadı. İsrail'i ve ABD'yi hedef alan açıklamalarıyla politikasının yönünü belli etmeye başladı. Peki neydi Ahmedinecad'ın hedefi?

Aslında ABD bölgedeki ülkeleri tek tek ele geçirirken en akıllı tercihi Ahmedinecad yaptı. Ahmedinecad ABD'ye taviz vererek, ABD'den kurtulma olasılığı olmadığını açıkça gördü. Bunun üzerine ABD'ye meydan okudu. Nasıl olsa ABD bölgede egemen güç olmak için İran'a da çeşitli yaptırımlar uygulayacaktı. Aynı zamanda Ahmedinecad bu çıkışlarının yanısıra ülkesini de ABD'ye karşı savaşabilecek kapasiteye ulaştırmaya çalışıyordu. Rusya'dan satın aldığı füzelerin yanısıra ülkenin kendi imkanlarıyla da ordu düzenlendi. Ahmedinecad başta Çin olmak üzere çevre ülkelerle yapmış olduğu ekonomik anlaşmalarla da bölgede vazgeçilmez ülke olma özelliği kazanmıştır.

Burada Rusya ve Çin üzerinde özellikle durulması gerekiyor. Çin yapmış olduğu çıkışla son dönemde dünya siyaseti üzerinde etkin bir rol oynuyor. Ve Çin enerji ihtiyacı nedeniyle Ortadoğu'ya yönelmiş durumda. ABD'nin Ortadoğu'daki en büyük müttefiklerden olan S.Arabistan'la yapmış olduğu ekonomik anlaşmalar bunun en büyük örneği. Hatta bazı stratejisyenler gelecek yıllarda Çin'in S.Arabistan'da ABD'nin yerini alacağına bile söylemektedir. Tüm bu sebeplerden ötürü Çin ABD'nin tasarladığı İran Operasyonu'na karşı çıkacaktır. Zaten ABD'nin İran'da kurabileceği üstünlük, işgal altındaki Afganistan ve müttefik Pakistan'la beraber ABD'nin Çin'i batıdan kuşatması demektir. Orta Asya'da yapılan Amerikancı turuncu devrimlerde cabası. Bu sebeple Çin, olası bir operasyonda açıktan olmasa bile gizliden İran'ı destekleyecektir. Emperyalist olma hayaline kapılan Çin'in başka şekilde politika üretme olasılığı çok düşük görünüyor.

Aynı şekilde Rusya'da Çin'in taşıdığı hassasiyetleri taşımaktadır. Son dönemde Orta Asya'daki etkinliğini ABD'ye devretmiş durumda. Rusya'da Çin gibi İran'la önemli anlaşmalar yapmış ve askeri malzeme satmakta. Olası İran operasyonunda ABD'nin istediğini elde etmesi Rusya'yı çevrelemesi demektir. Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi bırakın Rusya'nın emperyalist hayallerinin suya düşmesini, Rusların siyasi ve ekonomik bağımsızlığının büyük derecede sona ermesi demektir. Belki Çin için durum bu kadar vahim değildir, Çünkü Çin yapmış olduğu anlaşmalarla Rusya'dan daha sağlam durmaktadır. Rusya böyle bir olasılığın gerçekleşmesi ardından ancak yarı sömürge bir ülke durumunda kalabilir. Rusya, ABD'nin ya da Çin'in uydusu olacaktır.

Kısacası ABD Ortadoğu'da emperyalist paylaşım savaşına girecekse, diğer emperyalist kutup Rusya ve Çin olacaktır. AB ülkelerinin ise bu noktada pasif kalacağı açık bir şekilde görülüyor. Zaten AB kendi içinde de bölünmüş durumda, bunun yanı sıra bu ülkeler tek başlarına da ABD'ye denge oluşturacaklarmış gibi görünmüyor. AB ülkeleri ancak Rusya ve Çin'i de yanına alarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden ABD'nin isteklerine uygun kararın çıkmamasını sağlayabilirler. Bunun da ABD'yi ne kadar bağlayacağı tartışılır. Bunu Irak içinde yapmışlardı!

Yinede Rusya ve Çin'in İran'ın yanında olması emperyalist çıkarlarındandır. Çok küçük bir olasılık olarak görünse de, ABD'nin bu ülkelerle yapacağı bir paylaşım anlaşmasında, elbette ki Rusya ve Çin İran halkının bağımsızlığını düşünmeyecektir.

Tabi ki de olası bir operasyonda İran'ın bağımsızlığını ancak İran halkı kurtarabilir. ABD'de bunun farkında ve İran'da Irak modelini kurmaya çalışıyor. ABD diğer ülkelerde olduğu gibi İran'da da etnik kışkırtmalar yaratma peşinde. Ancak ABD'nin bu planı suya düşecekmiş gibi görünüyor. Çünkü İran halkı dış yaptırıma karşı Şiilik çatısı altında birleşebilmektedir. Yani ordusu güçlü ve birlik içinde olan bir İran halkının ABD'ye hezimet yaşatma olasılığı yüksek görünüyor.

İran'ın Sömürgeci Hevesleri

Diğer yandan Ahmedinecad'ın yapmış olduğu açıklamalar İran'ın yayılımcı bir politika izleyeceği izlenimi veriyor. Ahmedinecad'ın Kum'da medrese öğrencilerinde hitaben yaptığı konuşmada "İslam âlemi Mehdi'nin dönüşünü beklemeli" cümlesini kullandı. Bu beş kelimelik cümlenin Ortadoğu'nun geleceği açısından çok büyük bir önemi olduğu su götürmez bir gerçek olarak gözlerimizin önünde. Bu cümleden çıkacak anlam, Ahmedinecad'ın İslam Devrimini çevre ülkelere ihraç edeceğidir. İran'ın gireceği bu mücadele açıkçası Ortadoğu'da kanlı bir dönemin geleceğinin belirtisidir. İran, İslam Devrimini ilk etapta komşu Arap ülkelere ihraç etmek isteyecekse de, Türkiye'nin de bu ülkelere dahil olmayacağının garantisini kimse veremez.

Ortadoğu'nun bugünkü siyasi yapısına baktığımızda da Ahmedinecad'ın, Ayetullah Humeyni’ye nazaran daha avantajlı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Filistin'de Hamas kazanmıştır, Hizbullah yürüttüğü operasyonlarla halkın desteğini hızla kazanmakta ve El Kaide Ortadoğu'nun en gözde örgütü durumundadır.

Sömürgecilikle Gericilik Arasında Sıkışmış Ortadoğu

Aslına bakılırsa Ortadoğu'da dincilik en az sömürgecilik kadar tehlikelidir. Bugün bizim yaptığımızsa sadece kötünün iyisini seçmektir. Bir halkın emperyalizme karşı savaştığı bir sırada emperyalist devletin yanında olunamaz. Bu açıkça gericiliktir. Ancak Ortadoğu'da özellikle Ahmedinecad'ın ABD'yi yenilgiye uğratma olasılığı gerçeğe dönerse ve aynı Ahmedinecad İslam Devrimini ihraç etme adı altında bölgede yayılımcı ve dinci bir harekete girişirse buna da destek vermek gericiliktir, bağnazlıktır ve uyduculuktur.

Öncelikle Ortadoğu insanı çağdaşlaşmakla batılılaşmak arasındaki farkı anlamalıdır. Çağdaşlaşmak illa ki batıyı taklitten ibaret değildir. Çağdaşlaşmak, milletin kendi kültürüyle gelişen dünyaya ayak uydurması, önayak olması ve bağımsız bir şekilde insan haklarına dayalı bir hayat sürmesidir. Bugün Ortadoğu'da insanlar hala şeriat düzeni isteyebiliyorlar ve daha acısı birçok ülkede bu uygulanmaktadır. Bu düzeni günümüz dünya şartlarına uygun olmadığı açık bir şekilde belliyken, bu isteği ancak Ortadoğu halkalarının bilgisizliğine verebiliriz. Bu düzenin uygulandığı Suudi Arabistan'a bir bakalım. Bu ülke petrol gelirleri bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biri ve Mekke'ye sahip olması nedeniyle en çok yabancı ziyaretçi çeken ülkeler arasında. Siyasi durumuna bakalım; ABD'nin uydusu, birkaç yıla kadar Çin'in mi uydusu olacak yoksa ABD'de mi kalacak o tartışılıyor. Tüm bunlarla beraber Suudi Arabistan halkından toplumsal bir hareket görmüş değiliz. İşte gerici ve din baskısı altındaki insanların uyuşmuşluğu!. Gerçi Ahmedinecad yönetimiyle işbirlikçi Suudi yönetimi bir değil, ancak Ahmedinecad kendi liderliğinde İslam İmparatorluğunu kurmak istiyor. Yani Müslümanların lideri olmaya soyunuyor. Din baskısı altında kalacak Ortadoğu halkı, Ahmedinecad kendilerini ne kadar sömürse de ona karşı sesini çıkarmayacaktır. Çünkü O İslam'ın yeni halifesidir! Hatta Ahmedinecad'a karşı çıkmanın günah olacağı düşüncesi bile bu halkları etki altında bırakabilir. Ahmedinecad bu etki altında Ortadoğu'nun zenginliklerini rahatça sömürebilir.

Kısacası bugün Ortadoğu için Ahmedinecad çözüm değildir. İslami hareketler Ortadoğu halkı için ancak kısa vadede çözüm üretebilirler. Çünkü Ortadoğu halkının bir kültür devrimine ihtiyacı vardır. Üstelik Ahmedinecad yayılımcı bir politika hedefliyor, yani asıl amacı Ortadoğu halkını sömürülmekten kurtarmak değil, Ortadoğu'da ABD'nin yerini almaktır Ortadoğu insanı gerçekten anti emperyalist bir mücadele yürütecekse kendine çağdaş, medeni, kendi kültüründen ödün vermeyen, hiçbir zaman emperyalist amaç gütmemiş ve kendinden sonraki kuşakların anti emperyalist hareketlerine örnek olmuş, milliyetçi-laik Mustafa Kemal Devrimini örnek almalıdır.

Ortadoğu'da Türkiye’nin Stratejisi Ne Olmalı?

Ortadoğu politikalarında etkin rol üstlenmesi gereken Türkiye ise bu konuda henüz bir strateji üretmiş değil. Açıkçası Türkiye bu coğrafyada ilerici güçlerin lideri olabilecek konumdayken bu kadar hedefsiz kalması, Ortadoğu için büyük kayıptır. Türkiye Ortadoğu'da ABD'ye teslim olmuş durumda. Ortadoğu politikasını ABD'nin stratejisine bire bir konumlandıran Türkiye siyasi bağımsızlığını büyük ölçüde kaybetmiştir.

Olası İran-ABD savaşında da Türkiye'nin tarafsız kalma gibi bir seçeneği görünmüyor. Basra Körfezi'nde Arabistan üslerini, Batıda Irak'ı ve Azerbaycan'da kendi olanaklarıyla modernize ettiği Nassosni üssünü ve doğuda Afganistan'la Pakistan'ı kullanacak olan ABD Türkiye'den de mutlaka üs isteyecektir. Bu noktada Türkiye üs verirse ABD'nin yanında, tersi bir durumda ise İran'ın yanında yer almış olacak. Türkiye'nin verecek olduğu bu karar çok önemli ve Türkiye'nin geleceği açısından yön belirleyicidir.

Bugünkü tartışmalara baktığımızda ise Türkiye için bir strateji çizilmiş değil. Unutulmaması gereken bir nokta var ise o da şudur ki, Türkiye'nin üreteceği strateji ülke çıkarlarına en faydalı olan stratejidir. Ancak bugün kişiler ABD'ye müttefikliğin mi, yoksa İran'ın yanında olup Ahmedinecad'ın görüşlerini benimsemenin mi daha çok fayda getireceğini tartışıyor. Bu düpedüz uyduculuktur. Atatürkçü, ulusalcı güçler ise sömürgecilikle gericilik arasında sıkıştığı için açık bir görüş ortaya koyamıyorlar. Olayı sloganvari söylevlerle geçiştiriyorlar.

Türkiye'nin bu konuda üreteceği strateji hem sömürgeciliğe karşı, hem de gericiliğe karşı olmalıdır. Bu bugünkü dünya konjuktüründe kimilerine manasız gelse de Türkiye'nin böyle bir seçeneği var. Türkiye öncelikle ABD ile stratejik ortaklıktan vazgeçmelidir. Bu politikanın Türkiye'ye yıllardan beri bir yarar getirmediği aşikar bir biçimde ortada. ABD'nin Ortadoğu'da ki, ülkeleri teker teker ele geçirme gibi bir planının olduğu herkes tarafından bilinirken, hedef ülkeler arasında ki Türkiye'nin halen ABD tarafında durması açıkça şaşılası bir durumdur. Türkiye ne kadar taviz verirse versin ABD'nin müdahalesini engelleyemez. Çünkü ABD'nin bölgede yarı sömürge devletlere dahi tahammülü kalmadı. Bunun sebebi bu ülkeler siyasi olarak ne kadar ABD'ye bağımlı olsalar da, ABD için aykırı kararlar alabiliyorlar. 1 Mart Tezkeresinin reddedilişi bunun örneğidir. Türkiye ABD'den ancak karşı koyarak kurtulabilir.

Ancak Ortadoğu'da ABD'nin İran'a karşı olası bir yenilgisine karşı da Türkiye önlemlerini almalıdır. İran'ın olası zaferinden sonra Ahmedinecad mutlaka devrimini ihraç etmek isteyecektir. Türkiye'de hedef ülkeler arasındadır. Türkiye'nin laiklikten taviz vermek gibi bir durumunun olmayacağı kesindir. Türkiye şeriat tehlikesine karşı ülkedeki tüm İslamcı örgütlere yönelik bir operasyona girişmelidir. İran kendini toparlayana dek Türkiye'de ki İslamcı örgütlerin kökünün kazınması gerekmektedir. Aksi takdirde İran bu örgütlere büyük ölçüde yardım edecek ve güçlenmelerini sağlayacaktır. Ilımlı İslam projesine gelince, zaten ABD'yle stratejik ortaklıktan vazgeçince bu proje suya düşecektir.
Tabi ki tüm bunların gerçekleşmesi için ilerici güçlerin yönetime geçmesi gerekiyor. Bugünkü yapıdan bu politikaları bekleyemeyiz. Bunun için ilerici güçler ivedilikle kararlarını almalıdır, süreç çok hızlı işliyor.

Öncü Ülke Türkiye

Aslında Türkiye jeopolitik yapısıyla emperyalist tehlike altındaki Ortadoğu ve Orta Asya ülkelerine öncülük edebilecek konumdadır. Türkiye'nin önce emperyalist uyduculuğunu bırakıp, anti emperyalist politikalara geri dönmesi tüm bu ülkeler açısından yararlı olacaktır. Türkiye bu ülkelere öncülük edecektir.

Tarihe baktığımızda bu politika gerçekleşmiştir. Mustafa Kemal'in Anadolu Coğrafyası'nı emperyalist politikalardan kurtarıp, tam bağımsız laik bir ülke kurması bu toplumlara önayak olmuştur. Nasır'ın Mısır'da kurmuş olduğu düzen, Atatürk'ün Türkiye'de kurmuş olduğu düzenle bire bir örtüşmektedir. Bununla birlikte Afrika'da da Cezayirlilerin Fransa'ya karşı vermiş olduğu savaşta devrimciler kendine Mustafa Kemal'i örnek almışlardır. Cezayir askerlerinin ceplerinden Mustafa Kemal fotoğrafları çıkması bunun en güzel örneğidir. Fidel Castro, Havana'dan çıkarken kendilerine Samsun'a çıkan Mustafa Kemal'i örnek aldıklarını söylemektedir. Hindistan'da Gandi Mustafa Kemal politikalarını uygulamıştır.

Bugün Türkiye öncelikle kendi içinde Atatürkçü politikalara dönerse bu imkansız bir proje değildir. Ancak Türkiye bu coğrafyayı etkileyebilmek için 15-20 yıllık kendi içinde yapılanma süreci yaşayacaktır. Bu süreç içinde Türkiye ekonomisini düzeltmeli ve toplumsal mutabakata ulaşmalıdır. Bu Ortadoğu için çok geç olur mu bilemeyiz. Ancak bugünkü koşullarda en mantıklı proje budur. Türkiye yarı sömürgeciliğe yıkıp, tam bağımsızlığını kazanmalı ve bağımsızlık mücadelesi veren diğer milletlerin öncüsü olmalıdır.
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!

çelik kapı çeyiz

Kullanıcı avatarı
moments
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 5033
Kayıt: 14 Ağu 2008, 19:14
Konum: Almanya
İletişim:

Re: Ne Emperyalist ABD; Ne de Molla İran... Öncü Ülke Kemalist T

Mesaj gönderen moments » 19 Kas 2008, 15:34

MOLLA İRAN, EMPERYALİST ABD

Dünya olası bir İran-ABD savaşını konuşmaya başladı. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi, Yeni Dünya Düzeni adı altındaki emperyalist ABD yönetiminin Yeni Sömürge Projelerinin bir ayağının da İran'a müdahale olduğu söyleniyor. Peki Türkiye, Türkiyedeki kemalistler Molla İran ile Emperyalist ABD'nin kamplaşmasında nasıl yer tutmalı?

Kemalist Devrim; emperyalizme tavır alış ile ortaya çıkmış, çağdaşlaşmayla devam etmiştir. Şimdi bir yanda emperyalist güçler öte yanda çağdaşlaşma karşıtı dinci güçler... Sonda söylenecek sözü başta söyleyelim. Türkiye bu iki gücün de güdümüne girmeden, ikisinden herhangi birine yaklaşmadan, kemalist rejimin ilkelerinden ödün vermeden ulusumuzun çıkarları doğrultusunda hareket etmelidir. Milli Güvenliğimizden sorumlu kurumlarımız milli çıkarlarımız doğrultusunda politik tavırlar sergilemelidirler. Fakat bu mevzuya sadece bu şekilde yaklaşmak yeterli değildir. Kemalist ilkeleri, Türkiye'nin çıkarlarını tehdit eden bu duruma karşı nasıl kendi leyhimize yer tutacağımızı somutlaştırarak ciddi bir politika üreterek gerçekleştirebiliriz. Çünkü Molla İran ve Emperyalist ABD arasında oluşacak çatışma Türkiye'yi doğrudan doğruya etkileyecektir. İran bizim sınır komşumuzdur. ABD'nin de Irak'ı işgal ettiği ve orda kukla hükümetler oluşturduğunu düşünürsek ABD de sınır komşumuzdur. Türkiye'nin alacağı tavır hem kendisini hem de Molla İran-Emperyalist ABD kavgasını etkileyecektir.

Ulu Önder Kemal Atatürk empryalistleri ülkeden def ettikten sonra devrimler yaparak yeni ve modern bir devlet yaratmıştır. Dış İşlerindeki siyasetini de kemalist devrim ilkeleri ile ulus çıkarlarını göz önünde bulundurarak sürdürmüştür. Yurtta Barış Dünyada Barış sözüyle kemalizmin barışçıl yönüne vurgu yapmıştır. "Savaş, lüzumlu olmadıkça bir cinayettir" diyerek de ekonomik-siyasi çıkar için yapılan savaşları lanetlemiştir. Molla İran ve emperyalist ABD arasındaki gerginliğin ve olası savaşın sebebi nedir diye baktığımızda iki ülkenin çıkarlarının çatıştığı gerçeğini görürüz. Bu durumun tek sorumlusunu Emperyalist ABD olarak yorumlarsak eksik değerlendirmeler yaparız. Unutmayalım ki Ahmedinejad radikal dinci söylemlerle dikkat çekmektedir.
Dünyayı maceralara sürükleme derdindeki bu radikal yobazın şu sözlerine bir bakalım: "İslam’ın, dünyayı yönetmeye hazır olduğunu söylemekten çekinmeyelim" Ahmedinejadın düşünce evrenindeki dinci yayılmacılığı anlatmaya yetecek ve artacak bir kanıttır bu sözler ama devam edelim. Mahmut Ahmedinejad bu sözde anlatılan düşüncelerini desteklerken İslam'ı "dünyayı adalete götüren evrensel bir ideoloji" olarak tanımlıyor. Dinin siyasallaşması denilen olayı açık açık ve hiç çekinmeden bu sözleriyle gerçekleştiriyor. Ayrıca Şiiler’in mesihi Mehdi’nin dönüşünün uzak olmadığını, Müslümanlar’ın buna hazırlanması gerektiğini de belirtiyor. Ahmedinecad, Mehdi’nin, dönüşünde, kaos ve yolsuzluk ile dolu dünyaya adalet getireceğini söylüyor. Molla İran'ın imamı! Bunlar emperyalist ABD'nin molla İran'ı neden hedef tahtasına oturttuğunun gösteriyor. ABD için bunlar siyasi boyutu, emperyalist emeller, evangelist inançlar, ekonomik etmenler, nükleer silahlanma gibi durumlar da çatışmanın diğer boyutları.

Elbette İran'ı yöneten gericinin tutumu ve söylemleri işgal ve savaşı (en azından kuzey atlantikteki bir ülke için) meşru kılmaz ama burdaki durumun tek taraflı olmadığını, İranın başındaki mehdi bozuntusu Ahmedinejadın dini söylemlerle müslümanları da arkasına alıp yayılımcı politikalara girişeceği de bir gerçek olarak gözükmektedir.Ahmedinejadın dinci, yayılmacı bu düşünceleri sadece batılı toplumları değil, elbette dinci vatan hainliği kontenjanı oldukça fazla olan Türkiye'yi ve kemalist rejimi de tehdit etmektedir. Hatta ve hatta en çok bizi tehdit etmektedir desem yeridir. Bütün çağdaş devletler Ahmedinejadın bu tür kökten dinci ve ümmetçi söylemlerini kaygıyla seyretmektedir. ABD'nin Irak işgalinde, ABD'ye karşı yeterli kadar olmasa da karşı bir duruş sergileyen kimi ülkeler bile ABD-İran gerginliğinde İran'ın yanında olmadıklarını şimdiden deklare etmeye başladılar. Geçtiğimzi günlerde Şanghay'da yapılan toplantıda (Rusya, Çin, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan dışişleri bakanlarının katıldığı) Şanghay İşbirliği Örgütüne ısrarla katılmak isteyen İran'ı, nükler silahlanmadan dolayı kabul etmediler (bu aynı zamanda siyasi bir duruşun da göstergesidir). Birleşmiş Milletler de nükleer silahlanma konsuunda İran'ı uyarıyor. Aslında bölge ülkelerinin hemen hemen hepsi burada ne molla İran'ı ne de emperyalist ABD'yi istiyorlar. Onlar da tavırlarını bu şekilde alacaklardır.

Molla İran'ın dinci yayılmacı düşüncelerini nasıl hayata geçireceklerini ise Nükleer çalışmaları gösteriyor. Molla İran nükleer silahlanmaya gidiyor. Bu bütün dünya kamuoyunda tedirginlik yaratıyor. Elbette antisiyonist ve kökten dinci söylemler en çok da Emperyalist ABD ve uydu ülkesi İsrail'i daha çok tedirgin etmekte. Nitekim Ahmedinejad açık açık şu sözleri dile getirmemiş miydi? ''İmam'ın da (İmam Humeyni) dediği gibi İsrail haritadan silinmeli'' İşte emperyalist ABD'yi harekete geçiren de bu düşünceler ve o düşünceler yönündeki yapılanmalar olmaktadır. Nasıl Ahmedinejad'ın mehdilik kılıfında dinci dünya hayali varsa, Emperyalist ABD'yi yöneten kapitalist Bush'un da "haçlı seferleri" olarak gördüğü yeni sömürü düzeni ve dünyayı yönetme hayali vardır. Karşımızda iki mehdi bozuntusu vardır. İkisi de birtakım inançları siyasallaştırmışlar ve aslında ekonomik ve siyasi mutlak bir iktidar yaratma hayallerini savaşlara, işgallere ve yayılmacılığa bağlamışlardır. İşte iki gücü birbirine düşüren en önemli neden de budur.

Emperyalist ABD'nin ne istediğini uzun uzun anlatmama gerek yok. Zaten pek çok Anti-Amerikancı ve sol kesimler bundan bahsetmekteler. Emperyalist ABD ortadoğuda kukla devletler kurmak istiyor, onları yeni bir anlayışla sömürme derdinde, hatta sömürü hinterlandını genişletmek hevesinde. Muhalif ülkeleri kuşatma altına almaya çalışıyor. Emperyalist ABD'nin kapitalizme dayanan temelleri de zaten bu tür sömürgeci düşünceleri zorunlu kılıyor. Dişine göre düşmanlar bulup oraları ele geçirmeye çalışıyor. Kendi güney sorununu çözemeyen ABD'nin yani Güney Amerikadaki sol rüzgara söz geçiremeyen, Kuzey Koredeki nükleer çalışmalara gıkını çıkaramayan ABD'nin sözgelimi Türkiye'nin güneydoğusuyla uraşması veya ortadoğuda güçsüz ve kamuoyu desteği alamayacak ülkeleri hedef seçmesinin arkasında yatan gerçek de budur.
Emperyalist ABD'nin özgürlük getirme adı altında ve nükleer silahları bahane ederek işgal ettiği, kan ve zulüm getirdiği, parçaladığı Irak ve Irak'ın eski yönetimi ile Molla İran bir tutulmamalıdır.

Herşeyden önce Molla İran zamanında dinci ve bölücü teröristleri kamplarda eğitmiş Türkiye'nin üzerine salmıştır. Türkiye'deki rejim karşıtı akımları desteklemiştir. Üstelik oarada ciddi bir nüfus arzeden Azerilere ve diğer azınlıklara dini kılıfla istibdat uyguladığı su götürmez bir gerçektir. Hal böyleyken bizim bunları unutup, sözde antiemperyalistlik adı altında Türkiye'yi her yönden tehdit eden ve Türkiye'ye hiçbir yarar sağlamayacak bilakis zarar sağlayacak olan Ahmedinejadı destekleme saçmalığı ancak rejim karşıtlarını sevindirir.

Kemalizme rağmen bir antiemperyalistlik düşünülemez. Kendilerini kemalizmle bağlı görmeyenlerin antiemperyalistliği Molla İrandan yana olma şeklinde zühur edebilir ama bizimkisi öyle değildir. Bizim gerici ve üstelik resmen kemalist Türkiye karşı bir ülkeyi desteklememiz mümkün değildir. Emperyalist ABD ne kadar teröristse, Molla İran da o kadar teröristtir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak için bu gerçekleri göz ardı etmemeliyiz. Bir de sadece laikliği kılıf yapıp işgali ve savaşı aslında sırf Amerikancı oldukları için destekleyenler var.Onlara da kesinlikle karşıyız. Kemalizmin anti sömürgeciliğine rağmen de bir laiklik düşünülemez. Benim daha çok Molla İran yanlısı olmayı telkin edenlere karşı olan düşüncelerimi vurgulamamın sebebi ise kemalist cenahta Molla İran yanlısı olma eğilimini (daha fazla) tehlikeli gördüğümdendir. Kemalistlerin çoğu empryalizm konusunda nasıl duruş sergileyeceğinin bilincindedir fakat yükselen Antiemperyalist dalgayı Molla İran leyhine dönüştürme gafletine düşen bazı Atatürkçüler vardır. İşte bu zaafı düzeltmek ve laikliğe rağmen antiemperyalist olunamayacağını vurgulamak bu nedenle önemli hale geliyor.
.
Peki Molla İran'ın tarafında olmamak veya Molla İran'a karşı olmak Emperyalist ABD'ye yaklaşmayı mı gerektirir? Kesinlikle hayır. Çünkü biz emperyalizme de karşıyız kemalistler olarak. Molla İran'a karşı olmak aynı zamanda Emperyalist ABD'ye karşı olmak Türkiye açısından politik olmayı gerektirir ve kemalist rejimin antiemperyalistliğini ve laikliğini aynı anda vurgulamayı gerektirir. Kemalistler olarak bizler özellikle komşu ülkelerde ve bütün dünyada çağdaş devletler isteriz. Dolayısıyla Molla İran rejiminin yıkılması yanlısı olmalıyız. Yeryüzünden emperyalizmin ve onun kalıntılarının da yıkılmasını isteyen yine bizleriz. Öyleyse Emperyalist ABD'nin de sömürge politikalarının önünü tıkamak bizim asli görevimiz olmalı. Ben kendi kafamdaki duruşun ideolojik ve politik yönünü bu şekilde belirledim. Bu kemalist duruşu somutlaştırmak milli güvenlik stratejilerinde uzmanlaşmış kemalist araştırmacıların ve kemalist subaylarımızın işidir.

Örneğin dünyada İran'ın nükleer silahlanmasına karşı oluşturulan kamuoyunda yer almak ve Molla İran rejimine hem bu sebeple hem de bizdeki rejimi yıkmaya yönelik faaliyetlere destek olduğu için hem de ordaki ezilen toplumlar için; (molla rejimine) karşı ciddi bir tavır almalıyız. Molla İran rejimin yıkılması için ordaki antiemperyalist ve laik karakterli rejim karşıtı hareketleri desteklemeli ve güçlendirmeliyiz. Emperyalist ABD'nin işgaline izin vermeden ordaki rejimin yıkılması için çabalamalıyız. Molla İran rejiminin yıkılması veya rejimden çatlak sesler gelmesi için çabalarken öte taraftan Emperyalist ABD'nin savaş ve işgal planlarına karşı da bir tutum sergilemeyi de unutmamalı ve onların kucağıan düşmemeliyiz. Molla iran rejimine karşıtlığımızın İran halkına karşı değil, yönetim biçimine karşı olduğunun bilincinde olarak ordaki halka zarar verecek olan işgal ve savaş planlarının önüne geçmek için çabalamalıyız.

Laikliğimizin antiemperyalist yönünü asla hatırdan çıkarmadan Amerikancı laikliği ödün vermeden antiemperyalist bir laiklik anlayışıyla hareket etmeliyiz. Unutmayalım ki kemalist bir politika yürütmezsek, antiemperyalistlikten veya laiklikten bir şekilde ödün evrirsek kaybeden hem biz, hem dünya ve asıl iran halkı olur. Antiemperyalist olmak için laiklikten vazgeçmeyeceğimiz gibi, laik olmak için de antiemperyalistlikten vazgeçmemeliyiz. Molla İran bizim için ne demekse Emperyalist ABD de o demektir. Bunu asla hatırımızdan çıkarmamalıyız.


DÜZENLEME: Yaklaşık 6 ay evvel kaleme aldığımız bu yazı ve üstteki Emre Durmuş arkadaşımızın yazısı düşünce bazında geçerliliğini korumaktadır.

Gerici Ahmedinejad'ın Bush ile çözüm/uzlaşma arayışları, ABD işgalinden sonra Irak Devlet Başkanlığına atanan eski peşmerge kürtçü Amerikancı Talabani ile Ahmedinejad'ın görüşmesinden sonra iki tarafın verdiği demeçler, göstermiştir ki gericilik her zaman emperyalizm işbirlikçisidir. Ahmedinejad da İran halkının egemenliğini temsil eden birisi değil, Şeriatçı yayılmacı bir geri kafalıdır. ABD Başkanı George Bush ise emperyalizmin çıkarları doğrultusunda BOP'u hayata geçirmek için her tür yola başvurma siyasetinden vazgeçmiş değildir.

Kemalistlere düşen görev, mollaları da emperyalistleri de reddedip Ortadoğu'da, İran'da ilerici antiemperyalist gerçek halk iradesini desteklemek; Batıda ise halkı, ilerici kamuoyunu bilinçlendirip bu konuda duyarlı olmaya davet etmek ve emperyalizmin yeryüzünden yok olması için bütün "onurlu" ulusların mücadelesinin zorunluluğunu vurgulamaktır.



Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!

çelik kapı çeyiz

Cevapla

“TARTIŞMA MEYDANI” sayfasına dön

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 41 misafir