Türk'ün Ateşle İmtihanı

Cevapla
Kullanıcı avatarı
moments
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 5033
Kayıt: 14 Ağu 2008, 19:14
Konum: Almanya
İletişim:

Türk'ün Ateşle İmtihanı

Mesaj gönderen moments » 19 Kas 2008, 17:14

Resim
Saygıdeğer Arkadaşlar,

Türk Devleti ve Türk halkına yükselen düşmanlığın karşısında milletin sinesinden doğan bir milliyetçilik de doğal olarak yükselmektedir. Bizim "Yurtta barış, Dünyada Barış" şiarımızı yanlış yorumlayıp bizim kuyumuzu içerde ve dışarda kazmaya kalkanlara karşı milliyetçi bir tepkinin ortaya çıkması gayet tabiidir. "Türk" unsuru altında bir ulus olarak bütünleşme eğiliminde olan (veya olması gereken) Türk Halkı ateşle imtihandan geçmektedir. Yükselen milliyetçiliği sulandırmak veya etkisiz hale getirmek isteyenler veya rant sağlamak isteyen siyasi güçler olacaktır. Milliyetçiliğin gerçek yeri Kemalizmdir. Kemalist milliyetçilik, ulus milliyetçiliğini savunur. Faşizan-ırkçı veya ümmetçi bir tanımlamaya kesinlikle karşıdır. Bunun yanında Tam Bağımsızlıkçıdır. Laiktir. Kafatasçılık ulusu bölen, saldırgan ve bilimsel olmayan bir anlayışken Türk-İslam sentezi adı verilen ülkü ise Milliyetçiliği afyonlamaktadır. Bununla birlikte siyasi ve kültürel anlamda mazlum milletlerle ittifak ve soydaşlarımızla Türk Birliği akla uyan bir fikirken; tek bayrak-tek devlet manasına gelen Turancılık Atatürk'ün de tasvip etmediği, peşinden gidilmemesi gereken boş bir ideolojidir.

Şimdi bizi bu noktalara getiren süreçleri inceleyelim. Ve bizim bu imtahandaki seçimimizin neden Kemalizm olması gerektiğini görelim..

Türk zalim mi mazlum mu?

Önce AB’nin 6 Ekim’de açıkladığı İlerleme Raporu, ardından da Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun raporu... Bunun üstüne bir de ucu açık 17 Aralık raporu ve AB'nin dayatmaları kıskacında Türk Hükümeti. Uzun zamandır azınlık meselesini tartışıyoruz. Neymiş Kürtler ve Aleviler azınlık olarak tanınmalıymış.

Azınlık haline getirilmeye çalışılan etnik gruplar ve azınlıklar adına konuşanlara bakarsanız ortada gayet masum bir istek var. “Kültürel zenginliğimiz”i oluşturan bu toplulukların varlığını korumak, haklarını savunmak.

Bu gayet ciddi ve gayet insani iş için Batı merkezlerinden kumanda edilen birçok sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, hatta resmi kuruluşlar seferber olmuş durumdadır. Türk’ten gayri unsurların gönüllü avukatlığına soyunanlar uzun kuyruklar oluşturmaktadır.

ABD ve bütün Avrupa devletleri bu gönüllü avukat kuyruğunun en başındadır. Türk devleti ise tüm bu faaliyetlerin güven içinde yapılmasını sağlayan ortamı oluşturmakla mükelleftir. Türk devleti, Türk’ten gayri unsurların haklarını savunmak için çalışanları ne kadar arkalarsa o kadar demokratik! olacaktır. Yeni bin yılın devlet anlayışı böyle oluşmaktadır ve elbette buna uygun “çağdaş!” bir millet anlayışı da geliştirilmelidir.

İşte azınlık raporu bunun çerçevesini oluşturmak için hazırlandı. İsmi İnsan Hakları Danışma Kurulu ya, ee Türk de insandan sayılmadığına göre kimin haklarını savunacaktı. Elbette Türk olmayan, Türk sayılmayan ne kadar grup varsa onları. Aslına bakarsanız bu hak savunmanın aslında savunduklarını iddia ettikleri gruplara da zarar vereceği ortadadır.

Hatta azınlık tartışmasına katılan bir köşe yazarı kendisi de kurulun üyesi olan Türk Dünyası İnsan Hakları Derneği’nin adıyla dalga geçmektedir. İnsan haklarıyla Türk’ün ne ilgisi olabilir, değil mi yani!

Peki kurul öyleyse kimin haklarını kime karşı savunacaktır?

Açık değil mi?

Ermeninin, Yahudinin, Kürdün, Çerkezin hakkını Türk’e karşı savunacaktır. Çünkü Türk bunları ezmektedir(!)

Ortada garip bir durumun söz konusu olduğu açık. Tüm azınlıkların bir koruyucusu var, ama Türk’ü koruyacak kimse yok. Hatta Türk devleti bile azınlıkları Türk’e karşı savunacak kurullar oluşturmakla meşgul.

Yani Türk kendi vatanında öksüz kalmış durumdadır.

Star gazetesinin 9 Kasım 2004 tarihli haberi aynen şöyle:

“Adana’da şehrin göbeğinde polisle çatışmaya giren ve biri ölü biri yaralı ele geçen iki PKK militanının aileleri, polisleri mahkemeye verdi. PKK militanlarının 19 avukatına destek vermek için İsveç’ten 5 avukat geldi. Polisleri ise sadece iki avukat savundu.”

PKK’nın 19 avukatla savunulabildiği bir ülkede devletin polisi kendine ancak iki avukat bulabilmektedir. Kimbilir onu da nasıl güç bela bulmuştur. Oysa ki terörist için ta İsveç’ten kalkıp gelmişlerdir.

Şehit ailelerin avukatları ise davalıktır. Bir yandan bölücüler bir yandan da AİHM onları mahkum etmek için uğraşmaktadır. Ama Apo’nun avukatları tüm dünyanın gözleri önünde örgüt kuryeliği yapmaktadırlar. Üstelik bunu gizlememektedirler. Genelkurmay’ın bu konudaki uyarılarıyla dalga geçmektedirler. Apo’yu savunmak Türkiye’de olağan hale getirilmiştir. Ama şehit ailelerini savundunuz mu faşist damgasını yersiniz. Hele bir de bölücüler hakkında ağzınızdan kötü bir söz çıktı mı gelsin tazminatlar, gelsin cezalar. Hatta devlet kapıları bile yüzünüze kapanır. Devleti savunmak, Türk’ü savunmak artık “sakıncalı” olmaya yetmektedir.

Üstelik Apo’nun avukatları örgüt kuryeliği yaparken, Leyla Zanalar ise yemek davetleriyle, Apo'nun ablasının elini öpmekle meşgulken onlarca Mehmetçik de şehit düşmektedir. Onlar ise kanlı elleriyle “devlet adamları”nın sofralarına oturmaktadırlar.

Ama bakın tam da bu sırada Sedat Peker’in avukatları hukuk çiğnenerek gözaltına alınmış, sonra da sorgusuz sualsiz içeri atılmıştır. Apo’nun avukatları teröristlere Apo’nun emirlerini taşırken Peker’in avukatları hapistedir. İtirazları duyar gibiyim. “Ama Peker suç amaçlı çete kurmadı mı? Avukatlar da bu çetenin avukatı değil miydi?” İyi de PKK acaba futbol takımı mıdır? Ondan âlâ çete mi olur. Öyleyse bu çifte standartın kaynağı nedir?

Demek ki mesele birinin Türk olmasıdır.

Kendi vatanında Türk avukatsız, savunmasız, korunmasız kalmıştır.

Azınlıkları savunmak mı Türk varlığını ortadan kaldırmak mı?

Öyleyse azınlık hakları veya Türkiyelilik tartışmasının adını bir kez daha koyalım, bu Türk varlığını ortadan kaldırma tartışmasıdır. Türk, önce kendi vatanında azınlık haline getirilecektir. Böylece Türkiye’deki onlarca etnik gruptan birisi olacaktır. Ama her birinin dışarıda ve içerde avukatları, destekçileri olduğu için hepsi kendi paçasını kurtaracak hatta Türk’e karşı birleşecektir. Türkiyelilik masalıyla uyutula uyutula Türk olduğunu unutanlar ise kendilerine bir avukat bile bulamadan mahkum olacak ve ardından idam edileceklerdir. Türkiyelilik azınlıkların varlığını korumak için değil Türk varlığını yok etmek için piyasaya sürülmektedir. Tartışmanın uydurukluğu ve yapaylığı bunun ilk elden kanıtıdır.

İleri sürülen nedir? Onların ağzından özetleyelim.

Bir; Tayyip’in de daha önce söylediği gibi Türk kimliği birleştirici değil ayrıştırıcı bir kimliktir. Çünkü bir etnik kökene gönderme yapar. Yani Türk, Türkiye halkını oluşturan onlarca etnik kimlikten biridir.

İki; madem ki Türk bir etnik kimliğin adıdır, öyleyse etnik olarak Türk olmayanları gücendirmeyecek bir kimlik ancak Türkiyelilik olabilir. Çünkü bu kan esasını tamamen dışlayan ve tamamen toprak esasına dayanan bir tanımdır ve bütün etnik kimlikleri eşit olarak temsil eder.

Üç; bu tanım çağdaş uygarlığın gereğidir ve Türkiye’yi birleştirecek tek tanımdır.

Dört; bu fikir Atatürk’ün fikirleriyle de uyumsuz değildir.

Türk kimliği birleştirici Türkiyelilik bölücü

Önce ilk iddiadan başlayalım. Türk adı bir etnik kimliğin adı mıdır? Bunun devamı olmak üzere Türk kimliği ayrıştırıcı bir kimlik midir?

Biz tam tersini düşünüyoruz ve bu düşüncemiz gerek Atatürk’ün Türk milleti tanımıyla, gerek tüm dünyadaki uluslaşma deneyimleriyle, gerekse de Türkiye gerçeğiyle uyumludur. Türk bir biyolojik arı ırkın değil, milletin adıdır.

İnsan Hakları (!)Kurul Başkanı İbrahim Kaboğlu "Cumhuriyet tek soya indirgenemez" derken bunu kastediyor. Yani Türkiye’yi oluşturan millete Türk dediğimiz anda onlara göre safkan soya bağlı bir tanım yapmış oluyoruz.

Elbette ki bir Türk soyu vardır. Hem de oldukça köklüdür. Türk soyu bütün dünyaya yayılmıştır. Ancak Türk milleti Türk soyunun tamamını kapsamadığı gibi, safkan Türk soyuna da indirgenemez ve Cumhuriyet’in kurucusu tarafından indirgenmemiştir de. Türk soyu Anadolu’yu Türk yurdu haline getirmiş, bu esnada diğer etnik toplulukları da uluslaşma süreci sırasında içinde eritmiş ve bugünkü Türk milleti oluşmuştur.

Herkesin tekrarlamaktan usandığı Atatürk’ün tanımıyla başlamak farzdır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Yani Türkiye sınırları içinde bağımsızlık ve devrim davasına katılan her vatandaş, kendini Türk bilen, Türk hisseden her yurttaş Türk’tür ve bu ortak amaç ve ortak vatan Türk milletini oluşturur. Oysa ki Türk soyu coğrafi açıdan daha geniş bir kavrama işaret eder.

Türk soyu-Türk milleti

Yine Atatürk’ün deyişiyle “Asya’nın garbında ve Avrupa’nın şarkında olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar. Onun adına Türk eli derler... Yakın ve uzak zamanlar düşünüldüğünde Türk’e yurtluk etmemiş bir kıta yoktur. Bütün dünyada Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur... Fakat bugünkü Türk milleti varlığı için bugünkü yurdundan memnundur. Vatanımız Türk milletinin eski ve yüksek tarihi ve topraklarının derinliklerinde mevcudiyetlerini muhafaza eden eserleri ile yaşadığı bugünkü siyasi sınırlarımız içindeki yurttur. Vatan hiçbir kayıt ve şart altında ayrılık kabul etmez bir kütledir.”

Fakat Türkiye’de Türk uluslaşmasına Türk soyunun önderlik etmesi Türk milletinin saf bir Türk soyundan ibaret olduğunu göstermez. Öyle olmasını istemek, ırkçılık yapmak Atatürk Milliyetçiliğiyle uyuşmaz . Çünkü bu bilime karşı olurdu. Bakın Atatürk bunu da çok net biçimde ifade ediyor: “Mezopotamya, Mısır vadilerinden başlıyan malum tarihten evvel Orta Asya, Rusya, Kafkasya, Anadolu, dünkü ve bugünkü Yunanistan, Girit, Romalılardan evvel Orta İtalya velhasıl Akdeniz sahillerine kadar yayılmış ve yerleşmiş ve bu başka iklimlerin tesiri altında başka başka cinslerle binlerce sene yaşamış ve kaynaşmış bu kadar eski ve bu kadar büyük bir insan cemiyetinin bugünkü çocuklarının tamamı tamamına birbirlerine benzemeleri mümkün müdür?”

İşte bu yüzden de Atatürk Türk milletinin oluşumunda Türk soyunun rolünü ortaya koymakla beraber Türk milletini ırka değil, medeniyete, terbiyeye, bilince dayandırmıştır. “Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam etme hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir.”

Tarihin bilinen bütün milletleri de bu yolla oluşmuştur. Bu noktada birleştirici olan kimlik millet kimliğidir, ayrıştırıcı olan ise etnik kimlik. Atatürk Cumhuriyet’i tek soya değil tek millete dayandırmış ve soya bağlı bir kimliği reddetmişti. Soya bağlı ırkçı bir kimliği öne çıkaranlar bu raporu hazırlayanlardır.

Bize göre Türkiye’de Türk milleti yaşar. Onlara göre ise Türk ırkı, Kürt ırkı, Çerkez ırkı vs. yaşar. Dolayısıyla tarihin birleştirdiklerini ayrıştırmak fikirlerinin temelidir. Ama ilginç biçimde bunu birleştiricilik olarak sunarlar. Aynı hataya bilinçli veya bilinçsiz olarak kendilerini Atsızcı, ırkçı, Türkçü olarak tanımlayan grup da düşmektedir. Kafatasçılık Türk Milletinin birlik, beraberlik ve bütünlüğüne akla mantığa ve bilime ters, Atatürk milliyetçiliğine uzak bir kavramdır
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!

çelik kapı çeyiz

Kullanıcı avatarı
moments
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
Mesajlar: 5033
Kayıt: 14 Ağu 2008, 19:14
Konum: Almanya
İletişim:

Re: Türk'ün Ateşle İmtihanı

Mesaj gönderen moments » 19 Kas 2008, 17:14

Atatürk’ün cevabı: “Bir kaç düşman aleti mürteci beyinsiz”

Daha da komiği Atatürk’ü de kendileri gibi göstermeye çalışmalarıdır. Neymiş efendim, Atatürk hiç Türk devleti dememiş, o da Türkiye ahalisi demiş, Kürtlerin özerkliğinden bahsetmiş vs.

Bre cahiller, bu memlekette tek akıllı siz misiniz? Paşa’nın kafası sizin kadar çalışmıyor muydu da kendine soyadı olarak Atatürk’ü seçti. Peki hiç düşünmediniz mi niye Atatürkiye değil de Atatürk dedi?

“Türk milleti zekidir” derken acaba dili mi sürçmüştü, yoksa Türkiyeliler zekidir mi demek istiyordu. Ya “Ey Türk Gençliği” derken sizce kime sesleniyordu. Haymana Ovası’ndaki Türkmen çobanına mı? "Ne Mutlu Türk'üm Diyene" diyeceğine "Ne Mutlu Türkiyeliyim Diyene" demesini Atamız bilmiyor muydu eğer öyle düşünüyor olsaydı?

Atatürk hiç Türk devleti demedi komedisine karşı polemik yürütmeyi ilkokul öğrencilerine bırakıyoruz.

Ama Atatürk’ün Türkiye’de çok kültürlülükten, mozaikten, Türkiyelilikten, Anadoluluk’tan yana olduğunu ve bu uğurda Türk kimliği dışındaki kimlikleri teşvik ettiğini, hele hele Kürtlere özerklik vermeyi savunduğunu ileri sürüyorsanız, çizmeyi biraz aşmış olursunuz. İşte o zaman Atatürk de dayanamaz ve ağzını bir miktar bozabilir.

Bakın şu sözler Atatürk’e ait, isterseniz odalarınıza çerçeveletip asabilirsiniz, bakın Atatürk’ün bizimle ilgili bir sözü varmış diye misafirlerinize gösterirsiniz:

“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri, Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman aleti mürteci beyinsizden maada, hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.”

Çağdışı bir Ortaçağ teorisi

İbrahim ve Baskın beyler Cumhuriyet gazetesindeki savundukları "Türkiye Türk soyuna bırakılamaz" teorisini çağdaş uygarlığın gereği olarak savunduklarını söylüyorlar. Onlara göre artık ulus devletin modası geçti. Millet kimliğinden öte azınlık hakları, Avrupalılık, dünya vatandaşlığı gibi kavramlar ön plana çıktı. Onun için tutup hâlâ ulus devleti ve milliyetçiliği savunmak gericilik oluyor. Hatta Baskın Oran işi ifrada vardırmış. Atatürk milliyetçiliğini savunanları Atatürk’e karşı çıkan gericilere benzetmiş. Atatürk’ün birinci devrimine gericiler karşı çıkıyormuş, şimdiki ikinci AB devrimine de Sevr paranoyasına sahip bizler karşı çıkıp gericilik yapıyormuşuz.

İki tane profesöre tutup bir de uzmanı oldukları konularda ders vermek gerçekten acı ama ilgili ilgisiz bir çok köşe yazarı onların bilgisizliğini o kadar yerden yere vurdular ki bizimkisi bunların yanında çok daha düzeyli kalır.

Millet ve milli devlet bir kere modern çağın ürünüdür. Milliyetçilik ise modern bir ideolojidir. Atatürk’ün devrimciliğinin ve ilericiliğinin kaynağı da zaten bundadır, millet öncesi Ortaçağ fikirlerine karşı modern bir milliyetçi akımı savunması ve hayata geçirmesi. Ama bu ikisinin kafası halen millet öncesi çağlarda, hatta Ortaçağ’ın imparatorluk düzenlerinde kalmıştır. Örneğin bugün savunduklarının Osmanlıcılıktan hiçbir farkı olmadığı gibi Ortaçağ Avrupasının kavimler karmaşasına dayalı yamalı bohça imparatorluklarından da hiçbir farkı yoktur. Tarih bir milletler çağı getirmiştir ama maalesef hocalarımız bilimi üç yüz yıl geriden takip etmektedirler.

Dönüp şöyle bir etraflarına baksalar kendi tarif ettikleri türden tek bir örneğe rastlayamazlar. Tek örnek ABD olmaktadır. O da göçmenlerin kurduğu bir haydut devletidir, kökeni bir millete dayanmaz, onun için de modern çağın devletleriyle ilgisi yoktur. Ama Türkiyecilerin bu konudaki cahillikleri en azından Fransız örneğiyle sabit olmaktadır. Çok yazıldı, yazmaya gerek duymuyorum.

Türkiye Türk vatanı demek

Söz insan haklarından açılmışken, her milletin kendi devletini kurma hakkı elbette bir insan hakkı değil midir? Peki Türkler niçin bu haktan yoksun bırakılmaktadır? Türk’ün devlet kurmaya hakkı yok mudur?

Bin yıldır Türkiye’nin anlamı dünyanın her yerinde aynıdır. Türk vatanı, başka bir deyişle Türklerin kurduğu vatan. Bizim raporcuların dilinde ise Türkiye nereden çıktığı belli olmayan bir coğrafi yer adına dönüşmüş durumdadır.

Bu, her şeyden önce bu toprakları bin yıl boyunca yurt haline getiren o güzel insanlara hakaret değil midir? Bakın kendisi de bugün Türkiyeliliği savunan ve hatta Ermeni olduğu iddia edilen Yaşar Kemal bile bu insanların hakkını nasıl teslim ediyor. Bir onun tanımladığı Türkiye’ye bakın, bir de Baskın Oranların:

“Kalktık Horasan’dan sökün eyledik. Parlar omzumuzda uzun şelfeler... Memleketler, kaleler, şehirler aldık, devletler kurduk. Harran ovasına, Mezopotamya’ya, Arabistan çölüne, Anadolu’ya, Kafkas dağlarına, geniş Rus bozkırlarına on bin, yüz bin kara çadırla kartallar gibi indik... Ulu denizlerden ulu denizlere dalgalarca çalkalandık. O kıyıdan bu kıyıya vurduk. Kaleler, şehirler, memleketler, ırklar, soylar karşımızda boyun eğdi. Tutsak kıldık bir çağı. Çok şey yaptık insanoğluna. Ama onları hiçbir zaman aşağılamadık. İnsanları aşağılamak geleneğimizde yoktu. Yoksula, yetime, düşmüşe, kadına, hangi soydan, hangi dinden olursa olsun dokunmadık, saygıda kusur etmedik. Dost olsun düşman olsun onları bizim düşkünümüzden, yaşlımızdan, çocuğumuzdan, kadınımızdan ayırd etmedik. Elaman demişin kılına dokunmadık... Ve adlarımızı verdik sulara, ovalara, dağlara. Anadolu’nun her karış toprağına damgamızı bastık. Her karış toprağına bir ad bulduk, obamızın adını koyduk. Unutulmasın, bir ulu toprakta soyumuz boy versin diye.”

İşte şimdi o ulu topraktaki soyu kurutmaktır amaçları. Türk soyu yerleştiği toprakların her parçasına kendi damgasını vurmuştur. Türkiye asil bir milletin adıyla çağrılan bir vatan parçasıdır. Ortadan milleti kaldırırsanız vatanı da kaldırmış olursunuz. Onun için de Anayasa’daki ifade son derece yerindedir, Türkiye, devleti ve milletiyle bölünmez bir bütündür.

Dolayısıyla Türkiyelilik birleştirici bir kimlik değil, vatansızlığa bulunmuş uyduruk bir kılıktır. Çünkü dikkat edin Türkiyeliliği savunanlar zaten hep sınırların kalkmasından dünya vatandaşlığından dem vururlar.

"Kürt Kürt olacak Türk Türkiyeli" Öyle Yağma Yok !

Gerçekten de Türkiyelilik ile dünyalılık arasında yalnızca kelime farkı vardır. Alt kimliğin işlevi milleti ortadan kaldırmaktır. İnsanlar kendisini mensup olduğu milletle değil de dar bir etnik kimlikle tanımladığı an ortada millet kalmaz. Millet ortadan kalktığı vakit artık Türkiyelilik de gereksiz olmaktadır, kişi ister Rizeliyim der, ister Avrupalı, ister Galatasaraylı. Tüm bunların Türkiyelilikten ne farkı vardır?

Alt kimlik-üst kimlik tarihin en büyük yalanıdır. Çünkü tarihte böyle bir kimliği kabul eden tek bir topluluk yoktur. Bir insan ya Türktür ya değildir, hem o hem o olursa ilginç bir isimle çağrılır ki burada yazmak doğru olmaz. Bir insandan zorla çift kimlikli olmasını istemek onu zorla şizofren yapmakla aynıdır.

İşte şimdi işin püf noktasına geliyoruz. Türkiyeliliği benimsemesi istenen de bu yüzden Türklerdir, Türk olmayanlar değil. Zaten raporun ve Türkiyelilik tezinin gerekçesi buradan kaynaklanmıyor mu?

“Bugünkü ulus devlet yapısı içinde Kürt Kürtlüğünü, Çerkez Çerkezliğini yaşayamıyor. Çünkü hepsi Türk sayılıyor. Öyleyse bu millet tanımını ortadan kaldıralım ki herkes rahatça kimliğini ifade etsin.”

Peki Türkler de biz Türküz diye ortaya çıkabilirler mi? Asla. Onlar da bir etnik topluluktur ama devlet kurucusu oldukları için Türklüğü öne çıkartmaları diğer toplulukları korkutur. Bunun için de Kürt Kürt, Laz Laz, ama Türk Türkiyeli olmalı. Böylece kimse gücenmeden sorun çözülmelidir.

İşin püf noktasının neden burası olduğunu AB’nin ilerleme raporundan da çıkarabilirsiniz. İlerleme raporu her tür etnik topluluktan bahsetmiş. Rakamlar vermiş. Örneğin Kürt kökenli Türk vatandaşlar 15-20 milyon olarak verilmiş, Aleviler hiçbir bilimsel temele dayanmadan Türk’ten ayrı bir kimlik olarak tanımlanmış ve yine 15-20 milyon olarak gösterilmiş. Tüm azınlıkları topladığınız zaman Türkiye’nin üçte ikisini aşan bir nüfusun Türk olmadığı sonucu çıkıyor. Hani Türkiyelilik birleştirecekti?

Hatırlarsanız Alman istihbaratına çalışan bir profesör olan Andrews de daha önce benzeri bir araştırma yapmış ve Türkiye’de 47 etnik grup saptamıştı. Bu etnik gruplar arasında Almanlar ve Sudanlılar bile bulunuyordu ama daha da ilginci Yörükler, Türkmenler, Tatarlar, Aleviler hep ayrı kimlikler olarak gösterilmişti. Şimdi de benzer bir yol izleniyor. Amaçlanan ise Sevr haritasına ulaşmak, yani Türkleri Haymana Ovası’na sıkıştırmak. Ondan sonra ise Anadolu’da Türk varlığını yok etmek çok daha kolay olacak.

Türkiyelilik tartışmasının işlevi

Bu noktada Türkiyelilik tartışmasının iki işlevi ortaya çıkıyor. Birincisi kendisini ezelden beri Türk sayan unsurlara yeni kimlikler uydurmak ve böylece devletin dayandığı Türk milletini aşındırmak. İkincisi ise etnik unsurlarda “milli bilinci” arttırmakla beraber tersine Türklerde Türkiyelilik bilincini geliştirerek milliyetçiliği yok etmek.

Bu noktada “avukatsız halk Türkler”, gerçeğiyle karşılaşmamız da kaçınılmaz. İşte Atatürk böyle bir vatanı devralmıştı, bunu unutmayalım.

Osmanlı aydınları hep Türklüğün bölücü bir kimlik olduğu bilinciyle yetiştirildiler. İmparatorluğu bir arada tutmak için tüm unsurlara milli haklarını tanımalıydılar ama Türkler birleştirici bir hoşgörüyle hep Osmanlı kalmalıydı. Gerçekten de devletin kurucusu Türkler Osmanlı dağılırken en son örgütlenen millet oldu.

Hatta bu, Türklerin yoğun olduğu İttihat ve Terakki için bile geçerlidir. Bütün ayrılıkçı hareketler İttihat ve Terakki’nin içinden gelişti, ama örgütlenmek Türklerin aklına ancak kendi başına kalınca geldi. Bu sırada da aslında Türk olan bir çok toprağı kaybettik. Bizden önce örgütlenenler emperyalist avukatları yardımıyla Türk topraklarını istila ettiler. Avukatsız halk Türklere durmadan Anadolu içlerine çekilmek düştü.

Herkesin bir koruyucusu vardı bir tek Türkler dımdızlak ortada kalmışlardı. Saray bile Türk düşmanlarının eline geçmişti. Atatürk’ün deyişiyle “imparatorluğun asli unsuru durmadan eriyordu” ve saraylarının içinde Türk’ten gayri unsurlara dayanarak düşmanla ittifak edenler” de milletin karşısındaydı.

Atatürk bunların karışısında tek çözüm yolu görüyordu, “tüm gücünü Türk Anadolu ortasında toplamak.” İmparatorluğun Türk bölgelerine doğru çekilmek ve direniş mevzisini buraya kurmak. Gerçekten de Atatürk Türk milletini Anadolu’daki Türk unsuruna dayanarak inşa etti. Bunu yaparken de bir ırk davasından şiddetle kaçındı ve Türk merkezli bir uluslaşma sürecini takip etti. Türk unsurunun güçlü, Türkiye’nin bağımsız ve kararlı olduğu dönemlerde uluslaşma ilerledi ve farklı unsurlar Türklüğe yöneldi.

Ne zamanki Atatürk ölüp de yeniden Tanzimat’a dönüldü ve dayanak noktası Türk Anadolu ortasından alınıp yeniden emperyalist merkezlere bağlandı, işte o gün bu gündür Türk’ün düşüşü ve emperyalizmin aleti olan unsurların yükselişini yaşıyoruz.

Tehdit altında olan Türk varlığı

Bugün Türk devleti sınırları içinde korumasız olan, asimilasyon tehlikesi altında her geçen gün eriyen ve ezilenler Türklerdir.

Ekonomi Türklerin elinden alınmıştır. Bir çok işkoluna Türkler girememektedir. Türk işsizdir, işe hasrettir. Devlet daireleri de Türk olmayanlar tarafından doldurulmaktadır. Toprak ve gayrımenkul Türk olmayanların eline geçmektedir. Türkçe gitgide hakim dil olmaktan çıkmaktadır. Televizyonlar Kürt derebeyliğinin istilası altındadır, Türk kültürü iletişim araçlarının her türünden dışlanmakta, tüm etnik unsurların kültürleri dayatılmaktadır. Türkler nüfus olarak erimektedirler. Üstüne üstlük bir de Türkiyeli diye diye tek hukuki, siyasi ve idari güvencemiz de elimizden alınmaktadır.

Yine Atatürk’e dönelim mi?

“Bizim milletimiz, milliyetinden uzaklaşmasının çok acı cezalarını gördü. Osmanlı devleti içinde yaşayan çeşitli milletler milliyetlerine sarılarak kendilerini kurtardılar... Kuvvetimizi yitirdiğimiz anda bizi aşağıladılar, anladık ki kabahatimiz kendimizi unutmamız imiş!...”

Siz bakmayın azınlıkçılara, Türkiye’de tehlike altında olan tek kimlik Türk varlığıdır.

Peki Türkleri koruyacak bir insan hakları derneğiniz var mı baylar? Ya sayın Başbakan, bir kurul da “imparatorluğun her geçen gün eriyen asli unsuru” için kuramaz mısınız? Yoksa biz de AB’ye başvurup azınlık statüsü mü istesek! Ne dersiniz?

Sahi Kurtuluş Savaşı’nı hangi cemiyet başlatmıştı?

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti değil mi?

Ne kadar acı, bir zamanlar Türklerin haklarını müdafaa etmek için bir cemiyet kurmak gerekmiş, hem de bin yıllık Türkiye toprağında. 80 sene sonra yeniden aynı duruma düşmek…

Sizce de avukatsız halk Türklere yeniden bir Müdafaai Hukuk Cemiyeti şart değil mi, ne dersiniz?

İşte bu şartlar altında Atatürk Ulusçuluğunu savunmak elzem değil mi? Elbette elzem. Tabi ki onun yeri Osmanlıcılık, Türk-İslam Sentezi, Türk-Şaman Sentezi, Kafatasçılık değil Kemalist Milliyetçiliktir!
Ve… Birgün herkes ɑnlɑr, sevdiğinin kıymetini… Amɑ gidince, Amɑ bitince, Amɑ ölünce… Kısɑcɑ; İş işten geçince!

çelik kapı çeyiz

Cevapla

“TARTIŞMA MEYDANI” sayfasına dön

Kimler çevrimiçi

Bu forumu görüntüleyen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 57 misafir